Pazar, Ocak 30, 2011

Yansımalar

Körebe


Bu aralar gölgelerle körebe oynuyorum.
Ben ebe, kelimeler gölge.

İki elim arasında başım.
Miş’ li geçmiş zamanlardayım.

Varsın, akrep yelkovanı kovalasın,
Zembereği boşalmış zamanın.




Seninle muzdarîptim,
Şimdi bî garîb…

Yokluğun ziyâde,
Neylesin tabip.

Küf kokulu kelimeler arasında,
Hüzünle anılan bir namedir ismin.

Yok ki; defter arasında kurutulmuş bir çiçeğin,
Yok ki; sen kokan hiçbir şeyim.

Bîzâr olmuş şehrim,
Yalan olmuş öznesi, cümlelerimin.

Zaman, zaman içinde.
Aşk ile aşktan öte…

Söyle Can dide, giryân oldun mu sende
Çeşme başı düşlerinde…

Aşka âşık âsude âlemlerde…



Esin Dinçelli

Cumartesi, Ocak 29, 2011

Hayat Biriktiriyorum



Hayat Biriktiriyorum
hayat biriktiriyorum
doğmuşum ağlamışım gülmüşüm
süt emmişim yiyip içmişim
yavaş yavaş büyümüşüm


hayat biriktiriyorum
her türlüsünü görmüşüm maddenin
maneviyatı okumuş duymuşum
ama ne insanlar görmüşüm

hayat biriktiriyorum
her şey olmuşum yerine kendimi
canımı kanımı koymuşum
asker olmuş kaç kez vurulmuşum

hayat biriktiriyorum
günüyle güneşiyle yağmuruyla yağışıyla
yazıyla kışıyla hayaliyle düşüyle
ısınmışım ıslanmışım uyumuşum uyanmışım

hayat biriktiriyorum
sevdaya düşmüşüm aşkı bilmişim
gönlüme girilmiş gönüllerden kovulmuşum
sadık kalmışım deli gibi tutulmuşum

hayat biriktiriyorum
doğru öğretilmiş yanlış gösterilmiş
uymuşum uydurmuşum
avutmuşum belki de avutulmuşum sadece

hayat biriktiriyorum
bu gün yarın dün var oldukça
umudu biliyorum kaderi de açıkça
bekliyorum sonunu sadece biriktiriyorum
bilinmiyor bu masal can çıkmadıkça.....


Veli Mehmetoğlu

Neredesin sevgi?


Ey sevgi! Yine nereye saklandın? Çık artık ortaya! Gönül saatimin akrebi de sensin; yelkovanı da! Sensin en hoyrat gönüllerde isyan çıkartan muamma!


Sensin, vahşi ormanların dinginliğini koruyan güç!


Gün olur, mâsum bir genç kız edâsında, gün olur; kin dolu acımasız bir şövalye!


Şöyle bir düşünüyorum da, nerde o çocukluğumun ilk mâsum sevgiler ?


Gök gürültüsündeki, yağmur sesindeki, şairlerin gönül denizindeki o güzel sevgiler, neredesiniz?


Mâtem tutuyorum, yüreğimin karanlık hücrelerinde!
Ne mehtapta eski neşe kalmış; ne de ay dedenin nurlu yüzünde!
Duygular, her-ü merç olmuş! Karanlık fikirli, menfaat zikirli sahtekârlar cirit atıyor etrafımızda!


Savaşlardan, kısır çekişmelerden ve karanlık ayak seslerinden hepten bozulmuş, dünyanın dengesiz dengesi! Hani sevdaydı, aşkın yengesi? Millet toto- loto peşinde, silah sesinde ve gün ertesinde arar oldu sevgiyi?


Maske düştü, çehre göründü! Yalancı kimliklere gizlenmiş, sevgi denen o mâsum çocuk eski neşesinden çok uzakta şimdi!
Kalp kırma yarışı, sahte dünya barışı! Ne varsa silinmiş insanlığın haritasından! Yok olmuş sevgi adına her şey!


Ah sevgili sevgi! Neredesin? Haber ver, gelip alayım seni, gönlümün kır atıyla!


Duy artık lütfen sesimi! Yine de seviyorum, seviyorum ey sevgi seni!


Oktay Zerrin

Cuma, Ocak 28, 2011

Kırık Bir Ayrılık


Kalem düştü bir kere kağıda yazsam insanlar kırılır yazmassam yüreğim daralır.
dolupda tastığım bir anın üzerimdeki lekeleri diyelim yazılanlara

Dinle beni şimdi yarim…
dinle beni..!

isyanla ruh yılgınlığı arası kırık bir yürekten sızan damlalardır haykırışlarım
o zamanlar kalemlemişiz kağıdımızı. dağılan mürekkep damlalarının haykırışıdır dinlediğin…
Ürkek bir seydayı büyüttüm yalnızlığın koynuında. Sakladım yada sakladığımı zannettim yüreğine…
Bahar geldi sevdiğim yine şehrine. Bahar sevinçtir gönüllerde, dolup dolup taşmaktır bahar.
Ilık ılık eser rüzgar bu mevsimde güneş bir başka ısıtır gönülleri güz yağmurları olmaz bu mevsimde sevdiğim. üşütmez rüzgarı, kararmaz gündüzleri. baharda üşüyorum…
O sana armağan ettiğim yanım varya sevgilim. İşte o yanımda acım var. Eğer hala içinde bir yerde duruyorsa sök at yarim seninde için acımasın kanamasın benli yanların.
Ben tek başıma yaşarım acımı.

Sebahattin Abi

Salı, Ocak 25, 2011

Sem



Canımla beslediğim,
Kuşları azad ettim,
Mey semmiş bilemedim,
Kadehi kırdım ama,
Zehri silemedim...

Esinti

Aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde


Beni sevmene asla izin vermeyeceğim’ diye yazmıştın kapımdaki not
defterime kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım içerde olmadığımı bile bile gövdeni hatırlıyorum ansızın
bu kış ormanında işte uzun, büyük, parlak siyah ve vahşi! parçalayacak kadar siyah ve onarabilecek kadar vahşi! sanki aşka hayattan daha fazla özen
gösteren, çocuksu ama hep parçalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi!

Gövde’nin tarihi’nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız plastik ve acımasız,
zehirli ve karmaşık kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırkenbirbirlerine
kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık! ellerin saklamaya çabaladığı o şehir
gecesi başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık giderken citroen:
dudaklarını döven neon gazı dudaklarındaki kazı tozu, ‘ölelim mi? ‘ demiştin bak şimdi tam sırası!

Dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben müşterisiz mütemadiyen ağlamaklı için için eğlenceli temiz
çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı bir çin lokantasıydık dağlarda senle benbir tahta masa,
iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz! mesela yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca ve sağ kulağındaki yabanıl bitki örtüsü biz birbirimizin çatalı, bıçağı biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü
ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda!

Sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez ettğin,
kemiğe sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan merdivenlere yığılıp
ölen son şehzade son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini
son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe! dağlar, dersini verir acının kuşkusuz aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta yoksa kimin
kimin tabutunu çakacağı mühim değil! gecenin koynuna ihanet, bir ****** gibi sokulmakta!

Işıktan ışığa geçen o tenha yolda o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada
seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada o hırçın, o fazla erkek,
fazla kadın noktada tanımadığım tanımaya kalkışmadığım izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı
şaha kaldırdığı boşluklarda!

İz sürmedim ad sormadım dönüp bakmadım ardıma! hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla o kadar çok kovaladık ki
hayat içersinde kendi kendimizi mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!
‘beni sevmene asla izin vermeyeceğim’ diye yazmıştın kapımdaki not defterine ben de eklemiştim altına: ‘aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde !

Küçük İskender

Dunning-Kruger Sendromu

Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl
buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldu mu hiç?

Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan
bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?;

onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye
iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış
olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya
attı:

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel
alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

1· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

2· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

3· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini
görüp anlamaktan da acizdirler.

4· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz
insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi...

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve
klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

 Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine
güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt
verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde
yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

 Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise "en
alçakgönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt
verdiklerini düşünüyorlardı.

 Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun
metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve
yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı
işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin
hakkı olduğunu düşünür!

 Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş
bir itici güç oluşturur.

'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür.

Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler...


 Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında
'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere
kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler...

Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler...

Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar..."

N'olur fazla mütevazi olmayın!...

"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları
okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine
Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil
olmamalarıydı".

Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir
sözüyle bitiriyorum:

"Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça
kendilerinden emin olmalarıdır."

Günahtan kaçınmayan bilgin, meşale tutan bir kördür: Doğru yolu
gösterir, kendisi görmez. SADİ

Pazar, Ocak 23, 2011

Güzel Bir Söz

 Sanırım hayâl kurarken malzemeden çalıyoruz, çünkü sürekli yıkılıyor!

J.CHRİSTOPHE

İçim İçime Sığmıyor




İçim içime sığmıyor!
Şimdi sana dairim.
Ölesiye tutkulu,
Ölesiye şairim.
...




Havanın dumanlı
Vaktin dar olduğu bir zamanda

Bu sözü bir gül gibi bıraktın yüreğime
İçim içime sığmıyor
Şimdi sana dairim
Ölesiye tutkulu
Ölesiye şairim

Tarihe gömüyorum acıyı ve ölümü
Yenilgiyi zafer şarkılarına
Çünkü sen geldin kumrular geldi
İçim içime sığmıyor
Umurumda mı sanki ayrılık trenleri
Ay tutulması rasathaneler
Aşkın değerini düşüren darphaneler
Başbakanın Amerika evleri
Umurumda mı sanki

Sen geldin çöllere yağmurlar geldi
Bana göre değil Kübanın çiçekleri
Yeni bir skandal senaryosunda
Şaşkın bir İngiliz prensesinin
Yıkılan hayalleri

Bana göre değil kavga
Uygarlığın kriz noktalarında
Gurbet kokan bir hayatım var benim
93 harbinden kalma sokaklarında
İkindi sonrası sirenler çalar
Eritir dağların kirli karını
Susuz bir denizde hırçın dalgalar
Deler karanlığın kulak zarını

Sen geldin vefakar duygular geldi
Yakamozlar oynaşıyor sularda
Benim de sırlara ermek çağımdır
Buzlar vadisinde bir gelin, sevda
Sevda benim özgül ağırlığımdır

Sen geldin güvertelere
Umut yükleyip boşaltan gemilerin
Hindistan cevizi kırdığı kırdığı limanlarda
Ermiş kaptanlara muhabbet duyan
Meczup tayfalar geldi
İçim içime sığmıyor
Çünkü hem sen geldin hem bahar geldi

Nurullah GENÇ

Cumartesi, Ocak 22, 2011

Ateşten Ayrılan Köz Çabuk Söner




Bir bilgenin ders halkasının müdavimlerinden biri,
nice seneler sonra, halkayı terketmişti.
Haftalar aylar geçip adam ortalarda gözükmeyince,
bilge kişi kendisini ziyarete karar verdi.
Mevsim kıştı, adam evde yalnızdı ve
evin salonundaki büyük ocakta gürül gürül odun
yanıyordu. Bilgenin kendisini niye ziyaret
ettiğini tahmin eden adam, üşümüş olan bilgeyi
ocağın başına davet etti, kendisi de birşeyler
ikram etmek için mutfağa yöneldi.


Ocağın yanıbaşına oturan bilge, gelen
ikramı kabul etti, fakat adama hiçbir şey demedi.
Sanki adam evde yokmuş, sanki kendi
evinde tek başına oturuyormuş gibiydi.
Bütün dikkatini ocağa vermiş gözüküyordu.
Bilge birkaç dakika sonra maşayı eline aldı,
iyice köz haline gelmiş odunlardan birini
ocağın bir kenarına koydu. Sonra minderine
oturdu. Hala birşey söylemiyordu.
Kenara konmuş olan közün ateşi yavaş
yavaş azaldı, sonra söndü. Odada çıt çıkmıyordu.
İlk baştaki selamlama hariç,
bir kelime bile konuşulmuş değildi.
Bilge gitmeye hazırlanırken,
sönmüş közü aldı ve yeniden ateşin ortasına koydu.
Köz, ateşle ve yanan odunların ısısıyla
çabucak parladı. Bilge ayrılmak için kapıya
yöneldiğinde, ev sahibi:
“Sebeb-i ziyaretinizi anlıyorum”. dedi.


“Ateş dersiniz için de teşekkür ederim.
Bundan sonra sohbetlerinizi hiç aksatmayacağım.”

Perşembe, Ocak 20, 2011

Hiç



Gece yarısına yaklaşıyor zaman
Bu vakitlerde gitmiştin en tavırsız halinle
Umursamaz zamanların vardı
Sırtında ne eksik bir düş ne fazla bir gülüş vardı
Geldiği gibi gitmiyordu aşk


Masada yarım kalmış bir hayat, ucu yırtılmış birkaç anı var.
Zamanı geliyor yaklaşıyoruz geceye,
Gece yarıları yaklaşıyor bize..
Dizilir peşi sıra eksik kalmış söz kırımı heceler..
Kelimeler eksik
Kelimeler yetersiz
Kelimeler seni yitirmiş.
Vakit geçiyor gece yaklaşıyordu bize..
Aklından geçen ne varsa ayrılığı besteliyordu
Sözlerinde fikrin, satırlarında suretin
Senden geçiyordu,
Senden geliyordu ayrılık..
Sen deliyordun!
Dudağından akan mavi cümlelerin yok oluyordu
Bilmediğin yolculuğun seyrine akıp gidiyordun
Sözlerine karanlık bürümüş cümleler kurup,aynı karanlıkta yol alıyordun.
Tenine sis değmemiş bir gökyüzü arıyorsun,
Yönün yanlış!
Yolun yanlış!
Sen yalnızsın/ben yalın
Benim artık tek kalabalığım gece yarılarında bana yaklaşan yıldızlarım.
Düşte bile ayrı kalsan
Hiçbir ayrılıkta hoş/ça kalamıyor insan

Alıntı

Çarşamba, Ocak 19, 2011

Gölge Oyunu





Neva idi bir zamanlar,


Nida olmuş yenilerde.


Mesafeler ne fark eder,


Sadece, seda isen; gök kubbede





Hayalî bir terennüm,

Senelerdir bu perde de,

Bir saikadır duyduğun,

Dur ve dinle!

Akıllan artık, yetmedi mi kandığın,

Duyma, işitme, görme.

Sen, içindeki ab-şarı dinle.

Bazigâh etmiş senin yüreğini bilmez misin?

Bile bile ne diye lades dersin,

Bak hayal perdesi yırtılmış,

Sen hala boşa kürek çekersin.

Tamir olmaz artık o perde…

Söylenecek söz kalmamış serde,

Heyhat, sen nicesin umurunda mı sandın?

Bak gör işte,

Bir yalana, senelerce nasıl inandın.

Aklım ellerimde bu defa,

Yürekten önde.

Hayali gölgeler, dans etmekte.

“Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır.
Perde..."


Esin  Dinçelli

Salı, Ocak 18, 2011

Hiç Vaktiniz Yok


Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.

Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER

Cumartesi, Ocak 15, 2011

Zamanı Demlemek

Bu sabah yıllar evvel okuduğum bir hikâye geldi aklıma. Nereden esti bilmem, belki kendimi buldum, belki de uzaklardan tanıdık bir yazı bana bunu hatırlattı. Bir an hikâyeyi düşündüm.  Konu tamam hatırlıyorum ama yarım yamalak. En iyisi otur dedim yaz yeniden,  kendince süsle, kelimeleri ekle peş peşe …
Sabahın ilk saatlerinde sıcacık bir çayın özlemi ile yataktan kalkıp mutfağa koştu ev sahibesi. Dışarıda hava çok soğuk olmalı ki mutfağın sıcak ve nemli ortamında camlar buğulanmıştı. Birden içi titredi ve ısınmak istercesine ocağa yöneldi.  Önünde, birbirinin tıpa tıp aynı iki çaydanlık duruyordu. Vakti kısıtlıydı Allahtan eşi giderken kahvesini içmiş çaydanlığın altını da kapatmamıştı.  “Seviyorum bu adamı” dedi kadın. Yıllar evvel özenle seçip aldığı üzeri işlemeli porselen demliğini aldı eline ve çay kavanozunu açtı. Burnuna buram buram özel olarak seçip harmanladığı çayların kokusu geldi, kaşığı kavanoza daldırırken yüzünde bir tebessüm oluşu verdi. Az sonra yapacağı çay ziyafetini düşününce daha da bir heyecanlanmıştı. İki kaşık harman birazda bergamut mis gibi kokuları ile tüm hücrelerine işlemişti adeta.   Yan tarafta, kanamakta olan sudan demledi çayını. Porselen demliğini çeşnili harman çayını mis kokular saçarken çaydanlığın üzerine koydu ve mor salkımlı erguvanlarla süslü fincanını ocağın yanına iliştirdi hemen. Mutfaktan çıktı işlerine daldı ama demlediği çayın altını yakmayı unutmuştu. Diğeri ise kaynamaktaydı amaçsızca.
 Demlenen çay beklemiş beklemiş ama ocak yanmıyor bir türlü. Yanı başında kaynamakta olan suya bakıp bakıp iç geçiriyor, keşke diyor benim de yanan bir ocağım olsaydı, yarım kaldı demim az sonra bayatlayıp dökülecek mis kokulu çay. Bu ara da yanı başında ki kaynamakta olan su taşmakta. Üzerine sıçrayan sıcak su ile demlenen çay coşmakta.  Bir yandan da unutulmuşluğun acısını yaşamakta…
Kaynamakta olan su dile gelir “gel der sen de dem ben de su nasiplenelim ikimizde.”  Özenle demlenen porselen demlik ne yapsın şimdi ihanet mi etsin kendini demleyene. Yoksa bayatlayıp dökülsün mü?  Zor bir durum, zor bir karar…
Sonra içinden bir ses “kendin için bir şey yap ölmeden” der. Yinede porselen demlik bekler bekler… Artık son demler yaşanmakta içinde. Ya dökülecek, boşa gidecek güzelim kokular yayan çay ya da  yandaki çaydanlığın üzerine konuverecek.
İki unutulmuş birleşecek, zaman demlenecek…

Esinti

Cuma, Ocak 14, 2011

Şiir Ağlıyor Bu Gece

Ne gece, ne gün ışımıyor artık.
Dudaklarda hüzün tesellileri,
Kalem yazmıyor,
Şiir ağlıyor bu gece…


Kelimeler rasgele dizilmiş,
Kuralsız, anlamsız, manasız.
Ruhumu koydum iki noktadan sonraya,
Teslim-i can düşler; heyula…


Dualar dilimde; nakaratsız.
Girdap olmuş, ukde olmuş,
Söylenmemiş sözler.
Çıkmaz sokaklar, bitimsiz yollar.


Kilitlenmiş, nice söze açılmayan dudaklar.
Yakarışlar boşuna, çığlıkları duyan yok.
Zapt etmiş ruhumu, güz bahçeleri,
Kadere razı kalbim, zalim geceler; pusatsız…


Derviş postuna bürünmüş,
İçin için yanarken, hayat bulan,
Özde, derinde yaşanan,
Görmeyen göze göz, duymayan kulaklara ses olan.


Varsın ağlasın şiir bu gece,
Kara kalemden, lalegun renkler döküle…


Esinti

Perşembe, Ocak 13, 2011

Sızım



Konuş yürek sızım, aç gönül varakanı

Aguşum; sere serpe

İçindeki her sızı bir nota,

Yayılır gökkubeye.

Silik ruhumun gökkuşağı,

Hadi! Hadi durma söyle

Fısılda kulağıma; bilinmedik nameleri

Ya da haykır ummana,

Söyle gönül sızım söyle, durma …

Esinti

Çarşamba, Ocak 12, 2011

Ahenk



Not: Yorumu dinlemek için sağ alttaki müziği durdurun lütfen.


 Ahenk

Her sene koşarak gelişim, bu şehre,
Sebebi sen; yollara yıldızlar döşerken
Teker teker kayıyorlar; sana...


Derin bir iç çekişle,
Yıldızlar bu defa gözlerinde.
Açıklaması zor bu ahvali; sadece tek hece...


Boğazımda düğümdür birikmiş sözcükler,
Gözlerim mühürlüdür başka yön bilmezler.
Gümüş iple bağlı gönüller; ahenkle dans eder.


Dileğin yolunda, sabırdır beklediğim.
Elbet zamanı var; ben yalnız seni dilerim
Su, yolun bulur akar; sesin sesime değer, nefesin nefesime...


Heyhât! âteşi ancak âteş söndürür,
Vâdedilmiş her söz mana bulur; gecelerde...
Bu ahenk içinde ruhlar raks eylemekte.


Zübde-i âlemsin sen; yüreğimi saran şule,
Asuman ışıl ışıl;niyadım seni taşır.
Ateş ve nar; tenimde...

 
Can peymane,
Canan, içinde bâde...

Esinti

Yanmak ...

Pazartesi, Ocak 10, 2011

Ey Kalbim

” Ölüm tek bir hece; senli bir hayat kaç cümle eder peki “
Bu gece bir başka üşümekte gözlerim…
Ellerim Ankara kadar soğuk nedense..
Gözlerimde sonbahar telaşı.
Sanki yoksun..
Sanki seni ölüme gelin etmişim gibi suskun duvarlar.
Mıh gibi çakılı gözlerim boşluğa.
Sanki yüreğim yok yerinde..
Sanki damarlarımdan çekilmiş tüm hayat emarelerim.
Neden bu kadar üşümekteyim ey kalbim neden ?
Oysa seni tanıyalı, oysa seni yaşayalı birkaç seneyi geçmedi ki.
Nasıl bu kadar içimdesin, nasıl bu kadar ben kadar yakın olabilirsin bana ?
Ey kalbim, cevap versene.
Sen ki her satırı kitap olan adamsın.
Sana el gibi duran Ankara gibi sus emi.
Gerçi susma sırası bu sefer sende.
Konuşan, seni sana anlatan ben olacağım.
Bak soyundum hüzünlerimi.
Dudakların kadar çıplak yüreğim.
Kapamaya çalışma cümlelerimi.
Susturmaya yeltenme.
Bu gece kusacağım içimdeki tüm hasretlikleri.
Bu gece senin omuzlarında uyumak yok ya kalbim,
tüm suskunlukları sökeceğim köklerinde.
Harf harf kanayacağım gözyaşlarımın ayak ucunda.
Utanmayacağım ıslaklığımdan.
Asacağım yalnızlığımı, bu gece sana koşacağım..
Sakın beni durdurmaya kalkma.
Bir kere yakmışken tüm gemileri, seni koca başkente yar etmem.
Anlıyor musun beni ey kalbim ?
Seni sisli ve bir o kadar soğuk Ankara’ ya emanet edemem.

Ey kalbim,
Ben ki yıllarca hüzne yataklık ettim yüreğimin iç kesitlerinde.
Yüzümde bir hayat gülümserken, içimdeki fırtınalarla savaştım.
Tetiğin soğukluğuna inat dayadım dudaklarımı hayata.
Tekil bir yalnızlığın içinde çoğunluğumu kaybettim.
Kendi içimde azınlık kaldım ama asla yüreğimin en dibindeki umuda hançer çekmedim.
Kendimi öldürmekte itham edildim imanı sadece iki dudak arasında sanan sofralarda.
Yüreğimin vurduğu gölgelere bakılıp kaç kez yalnızlık hükmü giydirildi bu yüreğe.
Kaç kez soyadımın gölgesine vuruldu çıplaklığım..
İzole edildim tüm sıfatlarımdan.
Hani ilk zamanlarda sırtın okşanır, ilgi alaka eksik olmaz ya hani..
Ben ki bindiğim banliyönün son vagonunda kendime içime terk edildim.
İç çekişmelerimin nüksettiği kaslarımın güçsüzlüğüne inat
biletsiz bırakıldım iki kişilik zannettiğim hayat safında.
oysa hayata saf tutan da bendim, hayata umudu giydiren de..
Tek kişilikken bile tüm role koşan bendim.
Ama pes etmedim.
Hiçbir zaman sırtımı dönmedim kendime.
Gün geldi gölgemi bile aydınlatmaktan yoksun ışıkta büyüttüm filizlerimi.
Gün geldi muktedir olamadığım fırtınalarda yürüdüm ağlaya ağlaya.
Ama asla yüzümü ölüme geçirmedim.
Hani hep kendine ” yarım cümlelik adam ” derdin ya..
Bırak bu süslü sıfatları.
Kalk uzandığın ölüm yatağından..
Kalk diyorum sana.
Ankara’nın soğuğunda buz keser ellerini.
Doğrul yerinden.
Sadece dualarımla uğurlayabildiğim seni sağ- salim istiyorum.
Neden bu kadar ölmeye heveslisin sen ey kalbim ?
Niyetin Cennette kavuşmaksa,
nerde kaldı ” gözlerinde Cenneti taşıyan kadın ” sözlerin ?
Hani nerde ey kalbim…

Ey hayat,
Çıkar üzerindeki ölümün ziynet eşyalarını.
Boz tövbelerini.
Biliyorum kızımız seni çağırmakta.
Gitme ne olur.
Beni hayatsız bırakma çatısız duraklarda.
İzmarit kokusu bilmez ellerime diktirme kefenlerini.
Kurak bir şehre bırakma beni.
Susuzluğumu al , tüm denizlerimi iç, bitir ama gitme.
Senin yüreğin varken hiç kurak olur mu gözlerim.
Sen mevcutken hiç yoklama yapar mı ölüm ?.
Gitme, kulak verme Azrail’e.
Seninle konuşabilmek için uzattığım mesafelerin hatrına öpme vuslat çeşmesini.
Gidersen, teğet geçerim tüm yolları.
Dudaklarımı mezarına dayar, pusarım gölge boyuna.
Bir imla bozukluğu mesafesinde bir yer edinirim ayak ucunda.
Büzülürüm kemiklerine, susarım musalla çığlığında.
Ama gitme ey hayat, gitme..
Uzat ellerini bana.
Hayat olsun ellerin..

Ey dudaklarımdan dökülen en büyük dua..
Kuyularda Yusuf’a mı özendin yoksa ?
Kahraman mı olmak istersin baş yapıtlara ?
Yoksa ardından sayfa sayfa ” yazarımızı kaybettik” yorumları mı ?
Susmasana ey dudaklarımdan dökülen en büyük dua.
Yetmiyor mu yüreğimdeki yerin ?.
Yetmiyor mu sana biçtiğim onca sıfat ?
Sen ki hayatsın bende..
Sen ki yüreğimin birinci sayfasındasın..
Eşlik ettiğimiz şarkılar yarım kalmasın.
Beraberce el açtığımız dualar boş dönmesin.
Dön diyorum gittiğin yerden.
Çentik atacağın başka duvar kalmadı odanda.
Hem bilmez misin benim ellerim umut kokar, gözlerim ise hayat.
Morg sessizliğini yaşatma bana.
İmlasız bırakma hayatın bir ucunda.
Seninle yeşerttiğim sabır filizimi neştere vurdurtma.
Dön ey kalbim…
Gittiğin yol, uzandığın el bana değil bilesin.
Dizme boğazıma gözyaşlarımın sessizliğini.
Baş aşağıya eğdirme ellerinle doğrultuğun bu yüreği.
Giydirme beni annenin kendi için aldığı beyaz kefenlerin içine.
Gitme ey kalbim gitme.
Uzat ellerini bana.
Verme yüreğini ey hayat..
Sığın gögüs kafesi sıcaklığıma..
Gitme diyorum sana. Gitme…
Amin diye biten dualarımı, tüm haklarım” helal olsun ” matemine çevirme..

Ey kalbim…
Ey hayat…
Ey dudaklarımdan dökülen en büyük dua / Sana söyleyeceklerimi söyledim..
Gitme diyorum sadece..

Dinle beni ey koca başkent..
Ey dizlerimi üşüten kent..
Özür dilerim ama sevdiğimi sana yar etmeyeceğim..
Sana yarimi bırakmayacağım.
Ölüm olup çiğsen de,
Yarimi tek bir gece bile soğuk morglarında uyutmayacağım..
Söz verdim bir kere..
Sevdiğimi sana gelin etmeyeceğim…

Özür dilerim Ankara. Dualarım kabul oldu…
Sevdiğimin elleri hayat kokuyor, morg değil….

” Ölüm / Tek bir hece sadece..
Oysa senli bir hayat cümle eder sevgili..
Saymayı denedim ama sayamadım…
Sen yaşa yeter ki..
Ben sana hep hayat derim sevgili…
” Ey kalbim ” seni çok özledim..


İsmail Sarıgene