Perşembe, Mart 31, 2011

Düşüme Düştün... /... Canın Acımadı Ya


ne zaman düştün sol yanıma da, vuruldum sözlerimden
benim yazım değilsin, korkarım kışım da
tenimde çıldırmış bir dilek tutuşturur iliklerimi
sen ateşsin
saat 17:28
kimbilir, şimdi neredesin


 yoruldum korktuğum yangınlara yakalanmaktan
suya düştü intihar, boğuldu son bakış
kimi istesem uzaktır kıyı boyları
vedalar alnıma işlenmiş, nakış nakış


aşk! Sevdiğim ama dokunamadığım çiçek
kulaç attığım dalgalara sıkıştı haykırışım
gitmeyi öğrettiler bana, kalmak nasıldır..?
nasıldır bir göğüste endişesiz uyumak..?
yırttığım takvim yapraklarında ağlıyor çocukluğum
söylesene, nasıldır dudaklarını bir dudakta uyutmak..?


ne zaman girdin aklıma da, karıştım gecelerde
benim sevdam değilsin, korkarım sevenim de
yürekte şaha kalkmış bir arzu ıslatır dilimi
sen havasın
saat 22:16
kimbilir, şimdi hangi kuytudasın


arındım ve çözüldüm geçmişin kirli nefesinden
geceye düştü uyku, titredi acı soluk
kimi çağırdıysam, kapalıdır seslerinin yolu
üşümeler içimden akıyor, oluk oluk


tutku! Bildiğim ama gösteremediğim resim
akıttığım renklere takıldı gül yüzlü uçurtmam
susmayı öğrettiler bana, konuşmak nasıldır..?
nasıldır, bir sesin içinde bağdaş kurup dinlenmek..?
yitirdiğim öpüşlerde yanıyor sevgilerim
söylesene, nasıldır bir yüreğin içinde demlenmek..?


ne zaman geldin yanıma da, dağıldı hüznüm
kaçarım değilsin, korkarım tutanım da
sen topraksın
saat 22:39
kimbilir, şimdi hangi duygunun uykusundasın


Pelin Onay

Salı, Mart 29, 2011

Bahar, yalvarırım çek git işine!..



Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini,
...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.


Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!

Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim...
...yoldan çıkarma...!

Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın.
Kıyma bana...!
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları...
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.

İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!..

 Can Dündar

Cumartesi, Mart 26, 2011

Kader Ajanları

Uzun yıllar önce kendimi ipleri başkasının elinde bir kukla gibi hissederdim. Sonraları bu duyguyu defalarca tekrar tekrar yaşadım. Evet berbat bir duygu ama her şeye olduğu gibi buna da alışıyor insan...
Öyle anlar gelir ki eliniz kolunuz bağlıdır yapmanız gerekeni bilir ama yapamazsınız. Hiç olmadık bir çok engel çıkıverir karşınıza. Sadece duygusallıkla alakalı değil elbette hayatın bir çok bölümünde işte ev de veya sıradan bir çok olayda bile garip engeller ve kişiler dikili verir karşınıza. Kader dersiniz bazen de isyan edersiniz kader dediğimiz şeye. Gerçekten istemek ve sevmek anahtar budur aslında hepimiz biliriz de savaşmaya gücümüz yetmez ya hani, işte o an asıl vazgeçişi yaşarız. Seçtiğimiz hayatlar mı bunlar acaba?
Bir çok soru birikmişken önümüzde neyi neden yaşamak zorundalığımızı anlamak kendini bulmak gibi belki de... ve hayatın ipine sıkı sıkıya tutmak riski göze alabilmek mesele sadece bu. Hayatının alt üst olacağından korkanlar nereden biliyorsunuz altının üstünden iyi olmadığını veya olamayacağını diyor ya Şemsi Tebrizi, haklı hemde çok haklı. Yaşamak ve görmek lazım tam teslimiyette bazen yetemiyor insanoğluna...

Bu filmi izlerken hop oturdum hop kalktım aslında:) beni bana anlatır gibiydi bir çok sahne. Kukla gibi yaşamak mı teslimiyet yoksa başka bir şey mi bilemiyorum allak bullak olmuşum şu an taşlar fena halde yerinden oynadı yine ve yeniden... Farkındalıklar bir çok insan da var demek ki yalnız değilim bunu hissettim ve çok mutluyum uzun zamandır kapalı kalan O pencere tekrar açıldı . Diğer pencereler kapanabilir bir süre ben bu pencereden bakmalıyım artık:)



Cuma, Mart 25, 2011

Ömrümü Yedin!

Ay! Yine başladı bu film,
Ben, bunu daha önce seyretmiştim,
Aynı tadı vermiyor be canım.
Hem bak görüntü bozuk.

Ses desen na-mevzun,
Görüntü desen na-mevcud .

Eskidendi üzülmek,
Hasretle ya sabır çekmek.
Beklemek boşuna,
Keyfi gelecekte zuhur edecek.

Geç babam geç…
Eh şahsiyeti var ne de olsa,
Canı çekince gelir nasılsa.
Atılacağından korkunca.

Aykırı çiçeğim benim.
Mevsimlik, hatta gündelik,
Genellikle de dakikalık, hatta saniyelik,
Yeterince seyreyledik

Sonuna yetişemedim, bitmiş galiba,
Uyuya kalmışım şu kuytuda.
Bu bozuk perde şansını zorlamakta.
Kapı önüne boşluk aramakta.

Yenisini almalı, duvara asmalı,
Eskisini ne yapmalı?
Velhâsıl ı üretim hatası,
Iskartaya çıkartmalı.

Esin Dinçelli

Perşembe, Mart 24, 2011

Ah Naciye ah :)

Az evvel dosyalarımı karıştırırken gözüme ilişi verdi eskilerden bir mektup. Bir zamanlar nasılda gülümseyerek hatta zaman zaman kahkahalarla okumuşsam aynı tebessümler yayılı verdi yüzüme. Tekrar paylaşılmalı diye düşündüm bi an ve kopyaladım hemen sayfaya. Dilerim okuyana gülücüklerle bir hoşluk olsun bencileyin.

Sevgili Naciye;

Seni ram'ının alamayacağı kadar çok seviyorum. Zipsiz, zapsız olduğun gibi... Seni ilk gördüğüm anda formatlandım. Bana öyle bir sistem transfer ettin ki, hiç bir komut artık beni senden ayıramaz. Seninle çoklu ortamlar da dahil, her ortamda mutlu olabileceğimi biliyorum. Senin megahertz'in beni de ateşliyor. Bakışların beni taa derinden scan ediyor. Sana çok güveniyorum, bu mektubumu başkasına forward etmeyeceğini de çok iyi biliyorum. Ben, seninle evleneceğim Naciye. Evleninceye kadar da söz; sana hiçbir şey insert etmeyeceğim. Evlenmeden önce DR NORTON'dan randevu aldım, ikimiz de usulen bir virus taramasından geçeceğiz. Merak etme hiç bilmediğim software'lerle ilişkim olmadı. Senin için hardware'i taş gibi diyorlar, ancak biliyorsun ki benim için software güzelliği hardware güzelliğinden önde gelir. Naciye, seninle biz çok dvd'ler seyredeceğiz. Sana evlilik yıldönümünde 24 hızlı rewritable dvd alacağım. Pembe slotlu kasamız, içinde nurtopu gibi hard disklerimiz olacak. Tatillerimizde ikimiz de birer windows gezgini olacağız. Daha sonra da ver elini internet. Sana güzel görünmek için öyle çok çalışacağım ki, üç hafta sonra karşına yirmibir inch plazma ekran gibi çıkacağım. Ondan sonra istersen beni duvarına bile asabilirsin. Akşamları dizlerinin üzerinde bir laptop gibi yatacağım. Asla uyku moduna geçmeyeceğim Naciye. Biz seninle ışıkları kapatıp kucaklarımızda klavye sabahlara kadar chat edeceğiz. Ancak ilk yıllarda senden biraz tasarruflu olmanı isteyeceğim, onun için screen saver, standbye modu vs. anlarsın ya açık dikkatli olmanı isteyeceğim. Salonumuzun baş köşesine babamın eski 10 megabaytlık bilgisayarını koyacağım, malum şark köşeleri bana hep çok sıcak gelmiştir, yanına da 5,25 lik disketler. O biçim nostalji olacak. Hatta yılbaşı akşamları tetris falan oynayabiliriz. Kendimizi hep geliştireceğiz, zaman hangi ram'i gerektiriyorsa uyacağız. Birbirimizden fikir download'unu bir gurur meselesi yapmayacağız. Aramızda ayrı gayri olmayacak, herkes birbirinin sörfüne saygı duyacak. O seni istemeye anasını gönderen herifin sitesini ***** ettim, anasını da hack edeceğim. Ben geleneklere sadık kalmak istiyorum seker Naciyecigim. TV kartını kız tarafı alırmış. Seni, çeyiz sandığındaki emek emek doldurduğun cd-rom'larla bekliyorum. Ben de sana amazon.com dan beş taşlı bir yüzük siparişi verdim bile. Nikahımız da da real player çalacak... Home page'indekilere de çok selam, her baytını öpüyorum, CPU'm daima seninle...

Çarşamba, Mart 23, 2011

Kim Duyar

İçin Ağlasa Da Kim Duyar Seni?
Kim Anlar Dışarıdan Olup Biteni?
Yusuf'un Yüzünü Görenler Bilir Züleyha' nın Kalbine Batan Dikeni.

Pazartesi, Mart 21, 2011

Kime Ne!



Ey hayat!

Endamını gördüm yine,
Salın,  yürü yürüyebildiğince.
Yürek yanmış;  kime ne…


Deniz söylüyor şarkımızı,
Dalgalar,  günün son ışıkları ile dans etmekte.
Zaman nelere gebe…
Acıları taşıyamıyor yürek; kime ne…

Dünya dönüyor alabildiğince,
Ay yükselirken gök kubbeye,
Rüzgâr,  yüzümü öpmekte,
Alaca karanlık sarmış yüreğimi; kime ne...

Küçük bir çocuk dokundu ellerime,
Sıcacık ve kumlu elleriyle,
Tut dedi kaldır beni.
Aslında yüreğime dokunmuştu; kime ne…

Korkak gözler,  ürkek sözler,
Tuvalde bir gökkuşağı sadece,
Avuçlarımda rüzgârla savrulan kum taneleri,
Arabesk günler yaşıyorum; kime ne…

Alaca karanlığı sevmezdim  oysa,
Bir çocuğun gülüşüne emanet,
Görünmez bir sicimle bağlı hayat.
Varsın yansın aşk; bana ne…

Hayat ipi kopmuş bir gün,
Sıkı bir düğüm atmışım.
Her tuttuğumda canımı yakan,
Aynı  yerse  eğer,  kime ne…

Ummanda bir damlayım sadece,
Minik bir ateş böceği,
Düşe kalka geçiyor zaman,
Harman yerinde savrulmuş kelimeler;  kime ne…

Uyku beni çağırmakta, gece bitsin sen başla.
Penceremden süzülen ışıkla, yeni güne merhaba.
Ayna kırılmış; bana ne
Ben yolumda yürürüm; kime ne…

Esin Dinçelli

Perşembe, Mart 17, 2011

Gülbeşeker



Bütün ezgiler  aşkı/mı  anlatır.
Kulaktan, yüreğe bir yol bulur,
Akar,  ığıl ığıl sesi.
 Yürekleri dağlar ateşî,
Dokunuşu, yangın yeri,
Kokusu,  bâde /m  çiçekleri,
Raks ederken,  heceler,
Ruhlardır arşa yükselen,
Aşk ile dönen;  girdap…

Sabrı yudumlarken, gülbeşeker gibi;
Hiçbir şey aynı değil artık…
Sarıyor benliğimi, bir garip aşk bestesi.
Semaya durmuş,  âlem-i süflî,
Göle atılan taşın haleleri,
Kıyıda, vuslatın hayalî
Asûde bir âlemdeyim şimdi.
Tut ellerimden hadi.
Her şey değişti…

Esin Dinçelli

Salı, Mart 15, 2011

Bir Boşluk: Sobe Taşı



“varın altında yokluk, yokun altında varlık
başını kaldır da bak, boşluk bile mezarlık”   N.F.Kısakürek


bu kadar yazılmaz yalnızlık
billâhi, ancak bu kadar yazılmaz.
sözcüklerin âsî ve kaçkın yanlarında
cümle kurmaktan özürlü / ve kendini
bir tek kendini anlatmaya memûr
kendinden uzak şâir yanlarım benim.


içinde bulunduğun durumun tanımlanması açısından zor bir görev: boşluk. kendi ya da ancak kendim ile tanımlanabilen bir durumun, kökünden ayrılmaz lâhikası. lâhika ki; nereye gitsen senden bir adım önce, nereye baksan gözbebeklerinin içinde; acıyla karışık, hüsrâna gebe. tanımlar ötesi, tanımlanmaya muhtaç olmayan, bir girift yalnızlığın sobe taşı.

sen de ki; boşluktur bir yanım,
ama en çok doldurmakla mükellef
iki elim. bir baş için değil
senin, o'nun, belki herkesin.
bir bana baş olamayan yanlarım benim.

çocukluğumun çelik çomakları, kökünden kesilmiş iğde ağacı, talan olmuş avlusu, asfalt döşenmiş toprak yolları, yani içine bir dolu özlemi sığdırıp gözyaşları ile harmanladığım, nasır bağlamış avuçlarıma takılı kalan hüzün. içimde, umut kestiğim, kaybolan kalabalıkların, insanlığın kesik ve kesif nefesi: boşluk diyorum, gözlerim dalıp giderken uzaklara adı konulmamış memleketler arıyorum içinde bir nefes alacağım, uzaklaştığım vatan yanlarımdan.
 
bir büyük hüznü barındırır içimdeki
sokakların çıkmazları insan kokusuz
gözlerim uzakta; noktaya sevdalı,
en çok bilmediğim yerlerde kanayan
bir yaram: meçhûl yanlarım benim.
  
dönüp dolaşıp, kendimi hep aynı noktada bulduğum kitap kokulu dünyam, hâzır ve nâzır yokluğumun üstüne çöküp kalan boşluk. yani nereye dönsem varlık içinde derin bir yokluk, her köşebaşında mezar taşları, sokaklar içinde evler, evler içinde taze ölüler.

bir şehrin anatomisini çizerken, bir bilet daha kesiyorum, öldürdüğüm bütün şehirlerin adına. san’atkâr bir üslupla, düşünce ikliminin kapılarını aralarken, bir dünya bahşediliyor baştan sona boşluk; ki, çepeçevre rûhumu saran habis bir örümcek gibi kimi zaman öldürmeye nâzır kader. düş-ünce ikliminden rüyalarının, acıyan yanlarının deşifresi olur şiir: bir ömür yazmaya âmâde.

akıp giden zaman gibi serzenişle
zamanın tik-tak'larına esîr rûhum
her köşebaşında şehrin adımlarımla
bir sana ulaşmayan en çetin yol
bir bana şehir olmayan yanlarım benim.

âh aşk; hâletinden muzdarîb ve talan
kaç sürgün hayalinden ırak ve kurak
ikliminin esiridir. âh ile bak
ki, bir boşlukta gezinip durmakta zaman
adını unutmak ne büyük yalan
vecd ile âşiyân kalbimdir benim.

bana göre değil belki de, böylesi bir terennümünü zikr’etmek. ben ki zaman içinde, zaman ki benim içimde. aşk ile, aşk’tan öte, aşk’tan önce ve ez cümle vâroluş ile anılırken soluk; adı konulmamış diyarlara müctevir, rûhuna aşina ruhumdur benim. Akrep ve yelkovan kara zindan; her geçen zaman ömrümden çalınan, hayattan alacaklı olduğum yanlarım. Sen hayatın çirkini, sen hayatın en güzeli, sen hayatın cân dîde-i giryân; toprağa akıp kaybolan cânım benim.

Sana seslenmek yalanların en güzeli, kurduğum bütün cümlelerin öznesi. Varlığından muzdarîb, yokluğunda garîb; bir boşluğun ziyâde, terennümü ki boşlukta gezinip duran, en çok yokluğunla anılan zaman. Irak zamanlarda, kuytu köşelerde bîzâr, aşklar ki; adları en çok kurutulmuş çiçeklerle anılan, küf kokulu mektuplarda derin bir hüzünle, derin bir hüzünle ve hep derin bir hüzünle: ancak böyle yazılır “sen” ile başlayan her cümle.

sana hitap etmiyor hiç bir şiir,
bir boşluksun kalbimin tan yerinde.

Mustafa Nazif

Cuma, Mart 11, 2011

Çah! (kuyu)


Üzerimde yırtılmış rengi solmuş harmani
Dilimde nakarat mı kırık dökük şarkılar
Her sevdayı meşk eden ey acemi kemani
Ne diye sürünürsün seni dinleyen mi var…

Elden düşme aşklara talip oldu bu gönlüm
Kim bilir nerelere savrulmuşken hayalim
İkinci el sevdalara esir kaldı bak ömrüm
Peşrevsiz geldi ağıt acımı bilen mi var…

Bir anda ellerimden kayıp gitti yüreğim
Nerelere saklandı timsali yok sevgimin
Ben yolumu yitirdim işte bitti süreğim
Öyle bir çahmış ki bu dibini gören mi var…

Bu yürek enkazını kaldırma öyle mirim
Bırak dursun kenarda dirilmez bir ölüyüm
Hu diyor gönül telim duymasan da hu derim
İşte geldim giderim yazanı silen mi var…

Şimdi o vurulduğum şehri kerbelâdayım
Örülmüş duvarların ayazına avazım
Çıkarmayın siyahtan nasıl olsa yastayım
Can can içre bigâne sebebi bilen mi var…

Hangi hünkâr fermanı sevgiye süngü çeker
Zalimlerin zalimi biçareye diz büker
Boynum kıldan incedir zehrin kanımda şeker
Cevrü mihnet ki müştak vuslata darbe mi var…

Sevinç İnal

Çâh: Kuyu
Harmani: Palto
Cevrü mihnet= cefaya uğrayan
Müştak: Özleyen
Bigâne: Yabancı


Çarşamba, Mart 09, 2011

Ankara'ya Öyle Yakışırdı ki Kar... Aynen Böyle...


Ankara karda bambaşka.
Tüm çilesine rağmen çok yakışıyor bu kente kar.

İlk kar

Ertesi gün ( eh baya yağmış )


Bizim bahçe gelinlik mi giymiş :)


Gecesi bile güzel :)
Cadde başka alem:)








Bizim Gudu şaşkın ilk defa kar gördü:)



Bir hafta evvel Ilgaz da idik kar görmek harika diyorduk:)

Kuzum Özledim Seni bak Ankara bu halde gel bir an evvel :)

Perşembe, Mart 03, 2011

Can bardaktan çayım var içer misin Dost?


Can bardaktan çayım var içer misin Dost?
İçmez misin,içinde hasret var bir tutam biraz da acı..
Hani kahve olsa derim ki "Bir acı kahvenin 40 yıl hatırı vardır..."

  Çay bu dostum,çay ... Hem de can bardaktan...

Üşümesin diye ellerimiz,sımsıcak çayımız...

Biraz da sevgi ekledim ki üşümesin gönüllerimiz...

Sıcak çay olmasa da ,sıcak insanlar olsa ne dersin Dost?
Tebessüm eden çocuklar,çay isteyen çocuklar...

"Suss,çocuklar çay içmez "  Açık renkli çaylar sana ve bana.
Neden diye sorma dost, biz daha büyümedik...
Ama olmaaaazz, çaysız olur mu?
Sıcak canlar olsun,aşka mütemayil, can bardaktan sıcak çay da...
Yanında bir tutam dert, hani yıldızlara baka,baka...

"Can bardaktan çayım var içer misin Dost?"
Dost'a
  
Vakti vardır
Ve can çeker.
Ama berrak ve demli bir çaydan daha iyi olan şey, o çaya sohbet katan,
lezzet katan dostlardır.
Çay da, dost da, teselli makamında bir talihtir.
Sohbete ...
Muhabbet taşır, hüzün taşır ...

Hayatın neresinde, ne şekil ve görüntüde olursak olalım; mesele şudur:
Bir bardak demli çayın yanında ne kıymetimiz var?
Hangi dostun bir bardak demli çayı için

 "hasretin adı" ve "katma değer"iyiz?

Vakti vardır...
Ve can çeker.
Can, çayı bahane edip muhabbet ister.
Profesör istemez, genel müdür hiç istemez...
Makam ve mevki
Ve dahi şan ve şöhret
Ve dahi mal ve mülk sahibi istemez.
Aradığı insandır.
"İnsan" sıfatının yanında, som altına şekil katmak için sokuşturulmuş bakır kadar ehemmiyeti olmayan unvanları hesaba katmaz...
Bir bardak demli çayın her yudumunu, ab-ı hayata dönüştüren insan!

Hayattan aldığımız ve hayata kattığımız can sıkıntılarının çoğunun sebebi, maalesef değersiz şeylerden ibarettir.
Ne bu dünyadan çekip giderken bizimle birlikte gelirler.
Ne sonrası için işe yararlar.
Üstelik, bir bardak demli çayın yanında bile, sahibini "beş kuruş" sahiplenmezler...

Su kaynar...
Aşk ateşinde...
Bir tutam çay yaprağıyla karışmak, vuslattır.
Bu sıcaklığa...
Bu buhara ram olur ve yayılır duygular.
Sonra aşkın rengidir ve demidir görünen.
Ve aşkın rayihası.

Söyleyin şimdi:
Bu şiire kim bir mısra katar gönlünden?
Sohbeti kim demler?

Çarşamba, Mart 02, 2011

Boşver be Yaşı Başı

Can Yücel şiiri benim yorumum ve Orson Welles'in Şarkısı eşliğinde keyifle izlemeniz dileğiyle:)


boşver be yaşı başı - can yücel | izlesene.com

Not: Videoyu izlerken sağ alttan müzik kutusunu kapatmayı unutmayın lütfen