Çarşamba, Şubat 29, 2012

Kışt! :)


                                                               Şubat 29  Ankara...                             
Kış, heey sana söylüyorum kııışş! Git artık, cemre de düştü git, kışt!... :D

Son




‎''Siz siz olun, hiçbir şey için “SON” demeyin.

Neyin gerçekten “SON” olduğunu bilemezsiniz.


Hayat bazen, sonuncuyu çoktan yaşatmıştır size, esaslı bir finali bile çok görür. Bazense “Bir daha olmaz” zannettiğiniz şeyi, ummadık anda karşınıza çıkarıverir.



En iyisi, her şarkıya son kez dinler gibi kulak vermek, her baharı bir dahakini göremeyecekmiş gibi içine çekmek; her dostla, ana babayla son buluşmaymış gibi sımsıcak kucaklaşabilmek; her AŞKI en sonuncuymuş gibi doyasıya yaşayabilmektir...''

Can Dündar

Pazar, Şubat 26, 2012

Şaşırdım Kaldım





Sözde, senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla..
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla..
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla..
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla..
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla..
Yüreğimin başına noktalarla.. Hatlarla..
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla..
Sözde, senden kaçıyorum doludizgin atlarla.
Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle..
Öldür bendeki beni..
..Sonra dirilt kendinle!
Çarpsan karasevdayı en azından yüzbinle..
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle..
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle..
Ama her defasında geri döndüm seninle..
Hangi düğüm çözülür.. Nazla.. Sitemle.. Kinle..
Ne olur bir gün beni, kapında olsun dinle..
Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki n’emsin..?
Bazen kızkardeşimsin.. Bazen öpöz annemsin..
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin..
Eksilmeyen çilemsin..
Orada ufuk çizgim, burda yanım yöremsin..
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin..
Çâresizim.. Çâremsin..
Şaşırdım kaldım işte bilmem ki neyimsin…
                                          
                                                Yavuz Bülent BAKİLER

Ben Bende Değilim

 
Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben,
Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim,
Bir öyle garip hale bugün geldim ki
Sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim.

Nedensiz suskunlukların içinde,sebebsiz bir boşluk gelir bağdaş kurar bazen yüreğinizin tam ortasına.Garip bir tefekkürle beklersiniz olacakları,yaşanacakları.Belki de zamane insanına musallat olmuş bir hastalıktır bu kim bilir? Görürsünüz bu çaresizliğin izlerinin sâri bir hastalığın yayılması gibi birçok kişinin ruhunu ele geçirdiğini.Kabüllenmekten, sessizce bir kenara çekilip beklemekten başka hiçbir çare(siz)lik çare değildir .Boşuna değildir Mevlana’nın Şems’ini,canının canını,tek yoldaşını kaybettikten sonra kendine hamuş demesi.Hamuş yani suskun...

Bugünlerde telaffuzu içimi ısıtan,söyledikçe kulağıma dost gelen,içime sıcaklık veren tek sözcük:hamuş.Belki bu yüzden hep suskunluğum,dilimi lâl edişim.Belki bu yüzden içinde yaşadığım asrın insanının suskunluğu.Şems’imizi yitirdik, belki onu hiç bulamadık ya da Mevla’yı ararken hep ara sokaklara daldık.Hep satıhta kaldık,bir türlü özü bulamadık belki kim bilir? Hangisi daha kötü seçemiyorum. Ruhunu tamamlayacak,diğer yarına can verecek o yareni bulamamak mı,yoksa onu çok kısa bir an,bir saniye bulup onun sıcaklığı ile yanıp sonra kaybetmek mi? Ehven-i şer dedikleri bu olsa gerek Allah’ım...

Rumi olmak da zor Şems olmak da.Hele sevda uğruna her türlü cevre,cefaya katlanmak da zor.Ama yine de her sevdalı yüreğin bir güneşi var,bir de o güneşin etrafında yanacağını bile bile dönen bir pervanesi.Her ruh eşini arar,her pervane ona sıcaklık verecek ışığı bulmaya çalışmaktan vazgeçemez.Her arayış, bir yenilenme,her savruluş, bir yeniden doğuştur bu yolda.Çünkü aşk içre olan yürek bilir ki Mevlanasız Şems manadan yitik,Şemssiz Mevlana yavan,coşkusuz bir soluktur ancak.Aşklar, canlar olduğu sürece vardır,varlıktır.Aşıklar olduğu sürece aşk bir kaynaktır.

Akrebini kaybetmiş bir yelkovan gibi, anahtarını kaybetmiş bir kilit gibi,sözcüklerini yitirmiş bir kitap gibi öylesine na-tamam,öylesine yitik,öylesine kederli bir ruhum artık.Şimdi anlıyorumsebebsiz değil aslında bu suskunluk, nedensiz bir boşluk değil içimde çıban gibi büyüyen.Söyleyeceksözüm yok sanmasınlar beni bilenler.Söylecek söz çok fakat aşıklar diyarında geçer tek akçe hamuş olmak...Bu öyle bir susuş ki içimde büyüyen yangın yine içimden beni yakıp kül etmekte.Bu öyle bir susuş ki içimdeçoğalan çağlayanlar yine beni sürükleyip götürmekte.Bu öyle bir yok oluş ki her yokluktan sonsuzluğa bir ben gitmekte. Artık o sonsuzlukta eridi içimdeki ben...Öyle bir ben var ki artık içimde ben/lik ben/lik sen(le)şen,kainatta senin rahmetinden bir zerre taş(ı)maya ve kabından taş(ma)ya çalışan...
                                                                                     M.G.A

Daphne ve Apollon - Mitos

 Apollon ve Daphne
Apollon bir gün gökyüzünü dolaşmaya çıkmış dört tanrısal atın çektiği altın arabasıyla. Bir uçtan bir uca gezerken gökyüzünü, elinde oku ve yayıyla bebek yüzlü aşk Tanrısı Eros'a rastlamış. Eros'un bebeksi yüzüne ve elindeki ok ve yaya bakan Apollon kendisini tutamamış ve Aşk Tanrısına şöyle demiş “ Ey aşkın tanrısı! Bu savaş araçları senin eline hiç yakışmıyor. Onları bana verirsen, uygun olan yerde, yani savaş meydanlarında kullanırım. Bilirsin benim attığım ok yerini bulur, bu konuda benim üzerime yoktur” Apollon'un bu sözleri çocuk gözlü, bebek yüzlü Aşk Tanrısı Eros'u çok kızdırmış. Güzel gözleri sinirden alev alev parlamış.
Apollon'a demiş ki; “Ey Güneşin, müziğin, okun Tanrısı güçlü ve akıllı Apollon. Söylediklerinde elbette ki doğruluk payı var. Senin okların her şeyi vurabilir mutlaka. Ama unuttuğun bir şey var ki o da benim oklarım seni bile vurabilir. Benim işimi neden böyle küçümsüyorsun.” Eros sözlerini bitirdikten sonra Apollon 'un yanından hızla uzaklaşmış. Ama bir yandan da Apollon 'a oklarının tadını tattıracağına yemin etmiş. Apollon günlerden bir gün yine yeşillikler içindeki ülkesinde oturmuş lirini çalarken, ormanda yalnız başında dolaşmakta olan güzeller güzeli su perisi Daphne 'yi görmüş.

Daphne, ırmak tanrısı olan Peneus’un kızıdır. Apollon’un kız kardeşi Artemis gibi evlenmemeye ant içen Daphne; yalnızlıktan çok zevk alıyormuş ve dağ başlarında ormanlarda dolaşmayı, yabani hayvanları kovalamayı seviyormuş. Daphne’nin oldukça güzel bir kız olmasının yanı sıra çok hoş kokulu upuzun saçlara sahipmiş.

Babası ona evlenmesini, kendisine bir torun vermesini söyleyip duruyormuş. Daphne de, “Ey benim dünyaya gelmeme neden olan sevgili babacığım, bağımsız olarak yaşamama izin ver.” diye karşılık vererek evlenme konusunu kapatıyormuş.
Onu görür görmez bütün vücudunu bir titreme almış Apollon 'un. Kendinden geçmiş bir halde tanrıçaları bile kıskandıran bir güzelliğe sahip olan bu su perisini izlemeye başlamış. Ancak onları izleyen birisi daha varmış. Aşk tanrısı Eros. Eros, Apollon 'un kendisini küçümsemesinin intikamını almanın vaktinin geldiğini görünce sevinmiş ve hemen sadağından sadece tanrıların görüp hissedebildikleri oklarından nefret okunu çekip Daphne 'nin yüreğine saplayıvermiş, aşk okunu da Apollon 'un kalbine saplayıvermiş. Apollon 'un kendini beğenmiş sözlerinden böylece intikam almış aşkın Tanrısı Eros.

Apollon da artık her gün bu güzeller güzeli su perisini görebilmek için gökyüzündeki krallığından inip ormanda dolaşıp bu büyüleyici güzeli izliyormuş gizli gizli. Artık ne savaşlardaki başarısı, ne avdaki keskin nişancılığı ne de ustaca çaldığı lirin tanrısal ezgileri tatmin etmiyormuş Işığın ve avcıların tanrısı Apollon 'u. Her gün ormana gidip kalbini esir alan Daphe 'nin tanrıları kıskandıran güzelliğini izliyormuş. Günler geçtikçe onu uzaktan uzağa izlemek yetmez olmuş güçlü ve yakışıklı Apollon 'a. Kendi kendine demiş ki “ben ışığın ve müziğin tanrısı güçlü, yakışıklı, korkusuz Apolln 'um. Niye çekiniyorum ki. Gidip şu ormanın güzel kızıyla konuşayım. Aşkından dalgalanıp, göğsümü delen şu kalbimin acısını bastırayım” kendi kendine böyle cesaret verdikten sonra güzeller güzeli Daphne 'nin karşısına çıkmış Apollon. Daphne aniden karşısına çıkan Tanrı Apollon 'u görünce korkmuş ve ondan kaçmaya başlamış. Apllon da onun peşinden koşuyormuş. Bir yandan da Daphne 'ye, O'na olan aşkını haykırıyormuş. “Dur, kaçma benden güzeller güzeli peri kızı. Ben Apollon 'um, güneşin, müziğin ve ışığın tanrısı. Babam bütün Tanrıların büyüğü olan Zeusdur. Bana insanların mazisini, halini, üzüntülerle dolu İstikballerini okuyan ve her şeyi bilen, her şeye hayat veren Tanrı Apollon derler. O, böyle söylüyordu fakat bu takipten korkan Daphn uçuyormuş gibi koşuyordu. Senin düşmanın değilim, bütün bu yeryüzünde bana aşık olmayacak tek bir canlı bile yokken sen niye benden kaçıyorsun.” Daphne 'nin durmaya hiç niyeti yokmuş. Tam aksine kalbindeki nefret okunun etkisiyle Apollon 'un bu aşk sözlerinden daha da korkmuş ve ciğerlerini yırtarcasına kaçmaya devam etmiş.

Apollon çaresizlik içinde Daphne 'yi kovalamaya devam ediyormuş. Bir yandan da şöyle sesleniyormuş ona “Kaçma benden ne olursun ey güzeller güzeli. Bak ben ışığın tanrısıyım ama senin aşkından gözlerim kör, okun tanrısıyım ama kalbime saplanan bu aşk okunun dermanı yok bende. Dur ne olur kaçma benden, beni senin peşinden koşturan aşktır, düşmanlık değil!” Bu sırada Tanrıların tanrısı Zeus Olympos'taki tahtında bütün bu olan biteni izliyormuş. Oğlunun düştüğü bu içler acısı duruma üzülüyormuş ancak olaylara da müdahale etmek istemiyormuş.
Daphne koşarken daha hoş bir hal alıyor, rüzgarın nefesi robunun ince kıvrımlarını havaya kaldırıyor, kokulu saçlarını ensesi üstünde dalgalandırıyormuş, bakir güzelliği daha çok beliriyormuş. Apollon bu periyi muhakkak yakalamak arzusundaymış. Aşkının kudreti ona kanat vermiş gibiymiş ve o, adeta uçuyormuş. Tam onu yakalamak üzereyken, Daphne’nin havada uçan saçlarını sıcak nefesi okşamaya başlamış ve Daphne artık Apollon 'un yakıcı tanrısal nefesini hissetmiş ensesinde. Kuvvetinin azaldığını, bu hızlı ve sürekli koşudan yorulduğunu hisseden güzel peri birden bire durmuş ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırmış; “Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru” Bu yürekten kopan yalvarış biter bitmez o ağırlaşan uzuvlarının odunlaştığını hissetmiş. Gri renginde bir kabuk, yeryüzündeki bütün kadınları kıskandıran bedeni, olgun göğsünü kaplamış. Kokusundan bütün canlıların başını döndüren saçları da yapraklara dönüşmüş. Nazik ve küçük ayaklan kök olup toprağın derinliklerine dalmış.İnce narin kolları uzamış ve dallara dönüşmüş ve başı ise büyük bir ağacın tepesi olmuş. Şaşırmış bir halde Aollon, peri kızını kucaklamak isterken bir defne ağacının gövdesine çarpmış. Fakat ağaca sarılarak sert kabukların altında henüz ölmemiş olan Daphne’nin kalbinin heyecanlı heyecanlı çarptığını duymuş...

Gördükleri karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış genç ve güçlü Apollon üzüntüden bol bol gözyaşı dökmüş ve defne ağacına sarılmış. Güzelim yapraklarının kokusunu doyasıya içine çekmiş. Apollon defne ağacına şöyle demiş; “Ey güzeller güzeli, ben seni çok sevdim. Sen beni istemedin ve benden kaçtın. Oysa ki ben sana ne kadar aşıktım ve şu yeryüzünde beni reddedecek başka bir canlı yoktu. Ben seni karım yapacaktım. Madem ki benim karım olamadın o zaman benim onur ağacım olacaksın. Senin solmayan ve dökülmeyen yaprakların benim saçlarımın çelengi olacak. Bundan böyle ben ve tüm kahramanlar senin ağacının dallarıyla süsleyecekler kendilerini. Kokulu saçlarından olan bu ağacın yaprakları yaz ve kış yeşil kalacak ve ben onları taç yapacağım başıma.” Apollon bunları söyleyince defne ağacı onun lutfuna teşekkür etmek için dallarını yavaşça sallamış ve başını hürmetle eğmiş.

                                                           Resim : Erik Leighton Koeppel

                                                                                            Kaynak:   Daphne Ve Apollon

Cumartesi, Şubat 25, 2012

Eğer...


EĞER…

Tüm çevrendekiler şaşkınlığa düşüp de

Seni suçladıkları anda soğukkanlı kalabilirsen,

Herkes senden şüphelendiği halde

Onların kuşkularını hoş görebilirsen.


Bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan eğer,

Haksız suçlamaya uğrar da karşılık vermezsen.

Garez beslemediğin halde gareze tahammül eder,

Fazla akıllıca konuşmaz, fazla uysal da görünmezsen.


Düşünebildiğin halde

Kölesi olmazsan düşüncelerinin…

Hayal kurma gücün olduğu halde

Tutsağı olmazsan hayallerinin…


Eğer felaket ve saadetle yüz yüze gelir de

Bu iki sahtekârı aynı şekilde karşılayabilirsen.

Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından

Ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen.


Tüm ömrünü adadığın şeylerin yıkıldığını görür de

Kırık dökük araçlarla yeniden yapabilirsen.


Eğer bütün varını bir yığın yapıp da gerektiğinde

Onu tekrar bir amaç uğruna kurban edebilir

Ve zararın hakkında hiçbir söz etmeden,

Tekrar ve yeniden başlayabilirsen.


Kalbini, sinirlerini ve tüm vücudunu;

İş işten geçse de gayen için diriltebilirsen,

Ve “dayan…”  diyen iradenden başka bir gücün

Kalmadığı halde dayanabilirsen…


Eğer ayaktakımı ile görüşebilir

Ve yine de faziletini koruyabilirsen;

Yahut krallarla dolaştığın halde

Gururlanıp benliğinden kaybetmezsen.


Ne dostların, ne de düşmanların sözleri incitmezse seni,

Gereğinden çok bağlanmadan saygı duyarsan herkese.

Eğer her dakikanın, doldurabilirsen altmış saniyesini;

O zaman dünya da senindir, içindeki her şey de…

Hatta daha çoğunu da ellerinde bulursun.

Asıl önemlisi oğlum, o zaman gerçek adam olursun.
                                                           
                                          Rudyard Kipling
                                             (1865-1936) 
                                      şiirin  orijinal adı: "If..."
                                   çeviri düzeni: Dae Laurelin
                                      resim: Edmund Leighton
                                                   "Accolade"

Pazartesi, Şubat 20, 2012

Bir Yerlerde Tıkanıp Kaldıysa Hayat




Bir yerlerde tıkanıp kaldıysa hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,

Dağlara dönmeli yüzünü insan.

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;

Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni kesifler yapacak....

Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,

Gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını zamanın bir nehir,

Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini

anlamalı.

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin ayni günler,

Her aksam ayni can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,

Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;

Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip

Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine güneş gözlüklerini;

Gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,

Değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini;

Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!

Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;

Sevgisiz, soysuz kalarak!

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,

Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...

Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;

Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;

Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!

Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu

Olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;

Bir fırsat yasamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!

Çünkü hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için,

Hiç çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin;

Ağlamayı bilmiyorsan,

Neşesizdir kahkahaların;

Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...

Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi

unutmamalı!

Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...

Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,

Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!

Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanin; hiç değilse, ayni hataları, ayni bahanelerle

tekrarlamaması için!

Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!

Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;

Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkini verebilsin

sevdiklerinin;

Zaman bulabilsin;

Bir teşekkür, bir elveda için...

Yasam dedikleri bir sınavsa eğer;

Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;

Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark

edebilmeli insan!

Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...

Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!


Alıntı

Salı, Şubat 14, 2012

Sevgililer gününüz kutlu olsun



Değerini bilmek gerekir aşkın
Ve ona kattığı değeri, yılların.
Aşk ne iç geçirmektir bir bankta,
Ne de el ele dolaşmak mehtapta,
Gün olur kar yağar, yağmur yağar,
Birlikte yaşanacak koca bir ömür var,
Güzel bir şarkıya benzer aşk
Ama kolay mıdır bir şarkı yaratmak...
Stepan Scipacyov

Aşk - Halil Cibran


Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler,
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve her şeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam'dan ve Ölüm'den, Yaşam'dan daha acayip, Ölüm'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi :
"Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür."
Yiğit bir genç karşılık verdi :
"Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar."
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi :
"Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehridir.
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler."
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki :
"Aşk Şafak'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır."
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi :
"Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir."
Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
"Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir."
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu :
"Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir;
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar."
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi :
"Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır.
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar."
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi :
"Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir."
Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki:
"Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı."
Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak.
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum:
"Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır."
Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim :
"Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap ...
Tanrım beni kutsal ateşine at ..."

Halil CİBRAN

Cumartesi, Şubat 11, 2012

Bilimsel açıdan kadın nedir? :)

BİR ERKEĞİN AĞZINDAN KADIN...

Element .................: Kadın
Sembolü ................: WO
Atom ağırlığı.........: 53,6 kg olarak kabul edilmiştir ancak 40 kg'dan 200kg 'a kadar değişik çeşitleri bulunmaktadır.
Bulundugu yerler..: Gezegendeki tüm kırsal ve kentsel alanlar

Fiziksel özellikleri:
1- Yüzeyi renkli film tabakasıyla kaplıdır.

2- Değişik sıcaklıklarda kaynar.
3- Bilinen bir sebep olmaksızın donar.
4- Özel ilgi gördüğünde erir.
5- Yanlış kullanımlarda ısınır.
6- İşlenmemişinden sıradan maden filizine kadar pek çok halde bulunur.
7- Doğru noktalara basınç uygulandığında ürün verir.
8- Standart ölçüleri varsa da kolay bulunmaz.
9- Çekici özelliği nedeniyle fazla yaklaşılmaması önerilir.

Kimyasal özellikleri:
1- Altın,gümüş,platin ve diğer kıymetli madenlerle yakın
akrabalığı vardır.

2- Büyük miktarlardaki pahalı maddeleri ve değerli taşları
absorblayabilir.

3- Belli bir sebebe bağlı olmaksızın patlayabilir.
4- Sebepsiz yere çıkıp gidebilir.
5- Likitlerde çözünürlüğü yoktur fakat alkolle doyurulduğunda aktivitesi büyük oranda artar.
6- Dünyada bilinen en büyük servet indirgeyicidir.
7- Özellikle kapalı alanlarda birarada tutulmaları tehlikelidir. 
8- Çok sayıda birarada olmaları merkezi sinir sistemini etkiler.
Genel kullanım alanları:
1- Genelde süs olarak.

2- Üretimde.
3- Belli dozda kullanılması halinde rahatlamada büyük
yardımcı özelliği vardır.

4- Çok etkili temizleyici özelliği vardır.
Testler:
1- Saf numunesi doğal halde bulunabilirse rengi parlak
pembeye döner. 
2-Daha iyi bir numunesiyle kıyaslandığında rengi yeşile
döner.

3-Kulağa zarar verdigi tesbit edilmiştir.
Potansiyel tehlikeleri:
1- Tecrübesiz ellerde çok tehlikelidir.

2- Birden fazlasiyla ilgilenmek yasal olarak engellenmiştir.
ancak değişik mekanlarda ve birbirleriyle direkt temas
etmelerini engellemek koşuluyla bu yapılabilir.

3-  Aynı mekanda, uzun süre birarada olmak, çeşitli sakıncalar oluşturmaktadır.
4- Bağımlılık yapabilir ve tedavisi yoktur.     kaynak:SHN 

Cuma, Şubat 10, 2012

Sözün mânâya değdiği noktadayım



Sözün mânâya değdiği noktadayım!
Nazarın kalpleri yaktığı demde.
Dilin hâle sükût ettiği,sözün bittiği...
Kalbin sonsuza meylettiği yerdeyim.
Hüznün merkezindeyim, melâlin gölgesinde,
Aşk'ın deminde, bekleyişler arefesindeyim...

(Şems-i Tebrizi & Mevlana)

Çarşamba, Şubat 08, 2012

Usulca..


Güzelleme

Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmışsın
 Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur

İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya

Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.
                               Cemal Süreya  
                           (Sevda Sözleri)
                                              resim:Daniel F. Gerhartz

Salı, Şubat 07, 2012

Şimdi Ne Desem Kar Yağıyor



Sana anlattıklarım neleri susuyor bir bilsen

Ve anlatmadıklarım neleri söylüyor…

Boğazımı yırtarcasına susuyorum

Ya verilmekten yıpranan cevaplardayım

Ya sorulmamaktan solan sorularda

Sen ıslatmasını bilmeyen bir yağmur oldun

her akşam

Ben ıslanmasını bilmeyen ahmak

Bu yüzden aşık olamadık sırılsıklam

Pimi çekilmiş coğrafyalarda

Zaman ayarlı bir aşkın en tesirsiz parçasıydın

Ve ben günah şeridinde hatalı sonlanandım

Az gittin… uz bittin… hiç geldin!!!

Uyurken bile uykusuzluk akan gözlerinde

Kaçan trenlerin hesabını istasyonlara kesen

Kalabalıkta unutulmuş bir yalnızdın

Kendine kaçak yolcular bindiren…

Her yolcu da kendini ihbar eden!

Kalbime girmek tehlikeli ve yasaktırlarla

Yaşamamaya kalkışıyorsun hayata

Ve ben senden yırtılma bir yelkenle

Aynı yöne gittikçe aynı yere geldim

Sonumu baştan yazdım;

İçimde hala bana ilk aldığın acım!

Gece, sabahı da siyah kusuyor üstüme

Aklıma yaprakların dökülüyor

Bugün aklımda sen vardın;

Aklımı karıştırmadım!

Artık biliyorum…

Aşk bir intihar saldırısıdır; yalnızca iki kişinin öldüğü!

Aşka nişan alıp ayrılığı ıskalayan acemi

Hala gözlerinde kalp kapaklarım

“Seni almadan içinden nasıl giderim?”

Ve sen kaç kez bu hırsla sevildin

Koca koca kışları;

Kısa kısa şubatları biriktirdin…

Susku sınanmamış bir ustura gibidir

Susardın…

İç denizine sığınmış gemileri yakan bir limandın

Bak şimdi gönülsüz gittiler senden;

Gönlünü çaldıkların !!!

Yazmadıklarından korkarsın en çok yaşadığın hiçbir şey de

Ve adın gibi bilirsin;

Aramayı unutan bulmayı öğrenemez

Bugünler, dünlerinden utanıyorsa

Hiç yarın olamayacaklar

Şimdi ne bugünsün ne de yarın

Olsa olsa sadece bir yarım;

Ya da eksilen yanım!

An kaybından ölen zaman

Senden daha katilini bulamadı kendine

Gelseydin eğer kendimi bile kovardım yanımdan

Gelmedin yine kendimsiz kaldım ardından…

Dünyanın bütün dillerinde sustum ve bir şair bıraktın geride

Ekmeğini aşktan çıkaran!

“Sustalı bir aşk senin ki

Sesinle çıplaklaşıp suskunluğumla giyiniyorum”

Korunak sandığım tüm senlerde

İçimde yoktan başka bir şey kalmadı

Ruh ölünce cesedi beden taşıyor sırtında

İki büklüm acılarla …

Patlasam her yere acı sıçrayacak biliyorum

Patlamamaya hazır bir bomba oluyorum

Ben mi çok yorgundum sen mi çok dinç?

Bende mi eksikti sen de mi fazlaydı sevinç?

Dilsizler yalan söyleyemez anladım,

Ya ben konuşamadım ya sen sağırdın!

Her şeye rağmen bana öyle çok sığdın ki

İçimde kimseye yer bırakmadın

Bildiğin; Ağaç misali toprağa bağlandıkça gökyüzüne uzamak

Çelişkin; Giden bir tren de kalanların şarkısını haykırmak

Hangi dil kendini kandırabilir ki?

Aşk bir suç değil mi ;

Her defasında kendini ihbar edip yakalatan.

Ve en saf ihanet, kendi ihanetine kanan

Senin gibiler vakitsiz susan aşkı severler

Seni bu kör kuyulardan salan neyin şarkısıysa

Gözlerinin kahvesinden içtiğimde oydu

“Şimdi eksilen her yanıma adını verdim

Bu yüzden güzelim ben…”

Dudağını düğümlediğim fırtınaları kopardım sonunda bir bardak su da

Ben ancı sen soncu

Sana dayanamadı bıçak kemiğe dayandığı kadar

Elbette unuturum sonunda

En fazla bir mevsim ağlarım

Alışırım yalancı baharlara ama;

Ama yine de biri beni kandırsın yokluğunda

Sen bu şiiri okurken ben başka bir şiir de olacam

Başkasının kollarında da senin yollarını adımlamak varmış meğer

Sana anlattıklarım ne çok şey susuyor

Ve sustuklarım neler söylüyor

“Gittin değil mi?

Şimdi ne desem kar yağıyor…”

Kahraman Tazeoğlu