“…
Eğer Graziana’nın
hayatta emin olduğu bir tek şey varsa o da sevgili Francesco’sunun son derece
iyi yürekli bir adam olduğuydu. Francesco doğup büyüdükleri Firenze şehrinde
demircilik yapıyordu ve her geçen gün daha iyi nallar daha güçlü kılıçlar
yapabilmek için daha çok çalışıyordu. Bazen çalışırken zamanı unutur, sonunda
Graziana kapısında belirip de demir ocağına gösterdiği ilgiyi biraz da karısına
göstermesini isteyene kadar başını kaldırmazdı. Graziana zaman zaman cehenneme
bu kadar sıkı hazırlandığına göre önce geçmişinde çok büyük bir günah işlemiş
olduğunu söyleyerek Francesco’ya takılırdı. Francesco gülerek hemen yanına
geleceğini söylerdi. Graziana da gülerdi buna. Cehennem kocasının gidebileceği
en son yer olabilirdi ancak.
Francesco hiçbir zaman “İtalya’nın
en iyi kılıç ustası” ya da “Firenze’nin en iyi demircisi” olarak anılmamıştı
ama bu umurunda bile değildi. Tek istediği iyi bir tüccar ve iyi fiyatlara
çalışan güvenilir bir demirci olarak tanınmaktı. Ama en büyük isteği sadece ve
sadece mükemmel bir eş olmaktı. Demir ocağında Graziana için şahane hediyeler
hazırlardı –şamdanlar, çatal bıçaklar ve muazzam mücevherler-.Bir demirci
olarak en büyük eserinin Graziana ve kendisi için yaptığı evlilik yüzükleri
olduğunu söylerdi hep. Evlerinin bir odasını yaptığı demir oyuncaklarla
doldurmuşlardı. Bir bebekleri olsun istiyorlardı. Francesco, günün birinde
sevdiği kadının çocuklarının babası olmak için sabırsızlanıyordu.
Bu Francesco Corsellini
pek de yakışıklı bir adam değildi. Karısı da çok güzel değildi ama. Francesco
bazı kadınlar için fazla kıllı bile sayılabilirdi. Kaslı kolları makarna ve
biradan şişmiş bedeninde sopa gibi sallanıyordu. Graziana onu L’Orsacchiotto –ayıcık- diye çağırıp
göbeğini gıdıklardı. Francesco şöyle cevap verirdi: “Bu göbeği alnımın teriyle
kazandım ben. Kaslarım gevşedi işte, hepsi bu!”
Graziana gür saçlıydı
ve güzel, koyu renk gözleri vardı. Ama bunun haricinde onu ayıran pek bir
özelliği yoktu. Yine de Francesco ona İtalya’nın en güzel kadını olduğunu
söylediğinde bunu geçekten de inanarak söylerdi. Çocukluklarından beri
sevgiliydiler. Francesco, Graziana’nın kocası olduğu için her gün Tanrı’ya dua
ederdi.
Graziana kocasına karşı
kibardı. Francesco, Graziana’ya yürekten bağlıydı. Mutluydular.
Ve maalesef ki olanlar
oldu.
Sene 1347’ydi ve Çin’den,
daha önce kimsenin görmediği, korkunç bir hastalık yayılmıştı. Limanlardan iç
bölgelere doğru yayılan salgın yangının ormanları yakıp küle çevirdiği gibi
insanları silip süpürüyordu. Kasabalarda kilise çanları susmak bilmiyordu.
Sesin hastalığı kovacağına inanıyorlardı çünkü. Pek çok insan hastalığın
ölülerin vücudundan yayılan kokuyla bulaştığına inanıyordu bu yüzden yüzlerinde
kokulu mendillerle dolaşıyorlardı. Her yerde tütsüler yakılıyordu ama tütsü
kokuları leş kokularına karışıyordu…
Bir gün Graziana
akşamüstüne doğru ateşlendiğini hissetti. Biraz kestirmek için odasına
çekilmişti. O gece uyandığında kasıklarının üzerinde ve koltukaltlarında
yumurta büyüklüğünde yumrular olduğunu fark etti. Kara Ölüm’ün yakasına
yapıştığının farkındaydı.
O sırada Francesco
mutfakta yemek hazırlıyordu. Hemen içeri seslenip hastalığın ona da bulaştığını
ve Francesco’nun derhal evi terk etmesi gerektiğini söyledi. “Gavaccioli!” diye bağırıyordu. Kabarcıklar.
Herkes biliyordu ki bu hastalığın hiçbir çaresi yoktu. Hiç umut yoktu. Francesco’dan
kaçıp kendini kurtarmasını istiyordu. “Git, çabuk git buradan!”
Mutfaktan hiç ses
gelmiyordu. Graziana yatağına uzanıp kocasıyla arasına giren duvarların arkasından
sessizliği dinledi. Francesco, Graziana’nın ağladığını duymaması için
mutfaktaki tencere tavaları birbirine vurmaya başlamıştı. Bir süre bu böyle
devam etti. Sonra Francesco’nun ayak sesleri duyuldu koridorda. Graziana
gelmemesi için bağırıyor, yalvarıyor küfürler ediyordu. Ama Francesco çok
geçmeden elinde bir tabak makarna ve bir şarapla kapının önünde belirdi.
“Biraz bir şeyler
yersen kendini daha iyi hissedeceksin,” dedi Francesco. İçeri girip tepsiyi
yere bıraktı ve gidip Graziana’nın yanına oturdu. Sonra onu öpmek için öne
doğru eğildi.
Graziana geri
çekilmişti. Hayatında ilk defa onu geri çeviriyordu ama Francesco bir
demircinin güçlü kollarıyla karısını kendine doğru çekti ve bütün çabalarına
rağmen onu uzun uzun öptü. Bir süre sonra Graziana da çabalarının hiçbir işe
yaramayacağını anlayarak teslim olmuştu. Her şey bitmişti.
O gece beraberce
yemeklerini yiyip yataklarına uzandılar. Dolunayın ışığı pencereden üzerlerine
vuruyordu. “La luna é tenera,” dedi
Francesco. Ay ne kadar da narin. Gözlerini kapatıp karısına sıkıca sarıldı.
Graziana’nın o gece gördüğü son şey kocasının uyurkenki yüzü oldu. Sabaha da
yine onun yüzüyle uyanmıştı. Ateşi çok yükselmişti; ter içinde kalmıştı ve
nabzı çok hızlı atıyordu.
“Bak,” dedi Francesco
sakin bir ses tonuyla. “Kara lekeler sardı bedenini.” Graziana ağlamaya
başlamıştı. Ama Francesco gülümsüyordu. Bir eliyle karısının saçlarını
okşayarak, “Sus. Ağlama. Gözyaşlarına ayıracak zamanımız yok. Hâlâ zamanımız
varken sevişelim,” dedi.
O akşamüstü Graziana
hastalığın en kötü aşamasına gelmişti. Üç gün boyunca öyle, beraberce
uzandılar. Francesco bir tanecik karısı kollarında acılar içinde kıvranırken üç
gün üç gece boyunca ona kuğuların, mucizelerin ve büyük âşıkların olduğu hikâyeler
anlattı. Üçüncü gece saat gece yarısını vurduğunda karısının öksürüklerine
uyanmıştı. Graziana yüzünü son bir kez ona döndü.
“Buraya kadarmış.”
“Yakında görüşürüz,”
dedi Francesco.
Graziana son nefesini
verirken Francesco da karısını son bir kez öptü. “Ti amo,” dedi Graziana. Seni seviyorum.
Graziana gözlerini
kapadıktan sonra Francesco karısının parmağındaki evlilik yüzüğünü çıkardı.
Onun durumu da giderek ağırlaşıyordu ama yine de güçlükle de olsa yataktan
kalkmayı başardı. Mide bulantısı ve ateşten ayakta durmakta zorlanıyordu ama
kendini demirci ocağına kadar sürükledi. Yapılacak tek bir şey kalmıştı.
Ateşi yakıp ocağı
ısıttı. Kendi yüzüğünü de çıkarıp karısınınki ile beraber eritti ve sıvı
halindeki demiri okbaşı şeklinde bir kalıba boşalttı. Okbaşı hazır olduğunda
onu bir sapa geçirdi. Her zamanki gibi okun doğru uzunlukta ve düzgün
olduğundan emin olmak için bir kez daha kontrol etti.
Sonra duvarda asılı Tatar
yayını aşağı indirdi. Bu yay büyük bir okçu olan ve Francesco ile erkek kardeşi
Bernardo henüz bebekken ölen babasına aitti. Babası öldükten sonra bir silah
arkadaşı onu Firenze’ye kadar getirip çocuklarına teslim etmişti. Bu Francesco’ya
babasından kalan tek şeydi. Bir tek bu. Babasını hatırlamıyordu bile.
Sonra tekrar yatak
odasına, Graziana’nın yanına döndü. Camı açıp oku ve yayı dışarı bıraktı. Şafak
sökmek üzereydi. Yoldan geçen bir çocuğa seslenip köyün başka bir tarafında
yaşayan kardeşini çağırmalarını söyledi. Bir saat sonra Bernardo yatak odasının
camının önünde bekliyordu.
Francesco kardeşini
daha fazla yaklaşmaması için uyarmıştı. Hastalığın ona da geçmesini
istemiyordu. Yalnız ondan son bir isteği vardı.
“Ne olursa,” dedi
Bernardo. “Son dileğini yerine getirmekten onur duyarım.”
Francesco dileğini
açıkladıktan sonra yüzü pencereye dönük şekilde yatağın kenarına oturdu.
Bernardo gözyaşları içerisinde yayı kaldırıp oku yerine yerleştirdi, derin bir
nefes aldı ve babasının ruhundan oku hedefine ulaştırması için yardım dilendi.
Sonra yayı bıraktı ve ok yerinden fırladı. Tam isabet etmişti.
Francesco, kalbinde
birbirine sıkı sıkı bağlanmış evlilik yüzükleriyle Graziana’nın yanına
devrilmişti. Bu adam aşk için yaşamış ve aşk için ölmüştü.
…”
ZEBANİ
ANDREW DAVİDSON
(New York Times Bestseller)
Sevgili esinti pencerem artık öğrendim aynı hatayı yapmayacağım bir daha dae laurelin in etiketlediği bu hüzünlü aşkla eridim aktım gittim. çok muhteşemdi. teşekkürler sizlere..
YanıtlaSilÇok güzel bir hikaye teşekkürler hocam.Hikayenin sonu keşke bu kadar hüzünlü olmasaydı.Yüreğim buruk ama şu söz aklıma geldi:
YanıtlaSil"Bakışlarında diyar diyar gezdiğind eğil,Bir bakışıyla diyarına gittiğindir AŞK..." Mevlana
Ben teşekkür ederim sayın VuslaT..
YanıtlaSilBen de sizin "Hatıraların Ayak İzi" dizinizi çok beğeniyorum :)
Andrew Davidson'un "Zebani" adlı kitabında buna benzeyen ve benzemeyen birçok hikaye var Değerli Esinti :) Kitap bir roman ama küçük hikayeler anlatılıyor bu romanın içinde. Uzun zamandır bu denli seçkin bir yapıt bulamamıştım modern edebiyatta. Tabii hikayenin yazımı da asla internetten indirme değil kendi el emeğim her zamanki gibi... Başka yerde şubesi yoktur :)
YanıtlaSilEmeğinize, yüreğinize sağlık değerli hocam:) siz seçin okumak zevki bizde:)
YanıtlaSilNazenin yürekli sevgili Vuslat la beraber okur demleniriz biz de :)
Gerçekten güzel bir aşk hikayesi.. Paylaşım için teşekkür ederim insan okurken etkileniyor..
YanıtlaSilBen şuna inanırım: Hayat bitebilir ama gerçek aşk asla :)
Ellerinize sağlık..
Teşekkür ederim, ben de hem okurken hem de sayfaya yazarken çok etkilendim :)
YanıtlaSilGözlerimden yaş süzüldü. Müzik de çok yardımcıydı. Bu efsaneler de olmasa insan sevmeye cesaret edemeyecek.
YanıtlaSilSevgiyi hak eden insanlarla sevmek ne güzeldir.. Hayat sizi böyleleri ile karşılaştırsın :)
YanıtlaSil