Pazar, Eylül 25, 2011

Ne Çoktular Ve Ne Kadar Çocuktular


Hiç göze gelmediler
Gözdesi de olmadılar kimsenin
Kimse farkına varmadı yalansız gözlerinin
Göz oldu mu yüreklerinin
Hiç anlamadılar
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular

Çözülemedi bakışlarındaki tarifsiz sevdalar
Kim dedi sevgimi
Büyüyünceye kadar cevapsızdılar
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular

           
Sarıydılar yada soluk benizli
Çoğunlukla karaya yakın bir esmer
Ve onlar genellikle burunlarını hiç silmezler
Derin iç çekişleri bundandır
Dünyanın kahrından değil
Çünkü umurlarında değil
Onların farkında olmayanlar
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular

            

Onlar çok ve çocuklar
Büyüyecek adam olacaklar
Önceleri öğretmen,ebe
Sonra doktor olmak isteyecekler
Bildiklerinden değil
En yakınlarında onları gördüler,
Hep onlar olmak istediler
Çalınmış geleceklerinden habersiz
Yarım yamalak düşlerde eridiler
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular


O güzelim yürekleri
Delikanlılık edebiyatıyla körelttiler
Okumanın erdeminden
İnsan gibi yaşamanın bilimden geçtiğinden
Haberleri olsun istemediler
Ne kadar parlarsa parlasın
Hep suskun kaldı o gözler
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
               

Ahmed Ariften bu yana
Yolunu gözleyenlerin adı değişti
Hepsi o kadar
Kuşpalazı,boğmaca,karaçiçek,sıtma
Belki azaldı ama
Yeni nedenleriyle yürek enfaktı
Kanser filan hala kapıda
Çaresizlik dağlar aşırmakta
Yer yurt terk edildi
Gurbet artık sıla
Çalansa bildik değil başka bir hava
Kırıldılar farkında olmasanız da
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
   

Onlar çok ve çocuklar
Gözlerinden dillerine dökülürse
Bir gün sorular
Sürdürebilecek miyiz aynı yalanı
Yoksa yine susturacak mıyız onları
Küçüldü dünya
Çoğu gitti azı kaldı
Geçici demişlerdi körlüğümüze
Biraz fazla uzadı
Oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
Onlar çok ve çocuklar
Sesiz de kalsalar bizi bağışlamayacaklar
Mazeretlerimize inanmayacaklar
Yaşamımızda görünmedikleri her karenin
Hesabını soracaklar
Hazırlıklı olmak gerek
Çünkü onlar şimdilik
Çok ve çocuklar

Tayfun TALİPOĞLU

 

Metrodaki kemancı...


Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?






Cuma, Eylül 23, 2011

Susarak da söylenecek söz vardır...






Her gönülden bakan bir çift göz vardır.
Susarak da söylenecek söz vardır...



Küllense de alevlenir an gelir.
Yürek varsa, bir yerinde köz vardır...

Sevda ikliminin yalnızlığında,
Sıcakların üşüttüğü yaz vardır...

Ağrısız başların mutluluğunca,
Çokların da imrendiği az vardır...

Kendinin farkına varır yandıkça,
Bilir misin öz içinde öz vardır...


Tebessüm doldurur acılarına,
iç yüzünü gizler nice yüz vardır...

Vardır elbet vardır.. kendi boyunca,
Bu çizgide eğri vardır, düz vardır...

Çile çiçekleri tahammül açar.
Gecelere doğan bir gündüz vardır...

Her gönülden bakan bir çift göz vardır.
Susarak da söylenecek söz vardır...

Salı, Eylül 20, 2011

Teşekkürler

Bir kaç ay evvel uzun zamandır okuyucu olarak yer aldığım blog ortamında benim de bir tuzum bulunsun babında kendimce bir pencere açtım ve şu an görüyorum ki sizler de bu pencereden hoşnut kaldınız,
  ocak 2011 de açtığım pencerem şu an 16 216 kez görüntülenmiş. Nacizane yazılarıma ve seçtiğim güzelliklere ilginizden dolayı öncelikle okumakla kalmayıp yorum yapma nezaketi gösteren dostlara ve okuyan, dinleyen, penceremde bana eşlik eden arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum kabul buyurunuz lütfen.
Sevgilerimle

Can Dide


esin dinçelli can dide | izlesene.com


Bazı şiirler vardır okuduğunuz an yazanın yüreğiyle aynı anda atmaya başlar yüreğiniz. Gönül telinize dokunuverir dizeler derken bir de bakmışsınız şiir olmuşssunuz... Yazanın yüreğine sağlık der derin derin iç çekersiniz. Bunca etkilenmişken gelde seslendir kolay mı asla değil, o nedenle uzun zamandır bekliyordu ve şimdi zamanı geldi. "Can, Dide kan ağlıyor ; anlayamazsın"

Bu şiiri okumak baya zorlu bir yolculuktu ama oldu :) dosta verilmiş bir söz ve sözümü tutmanın rahatlığıyla ( geç de olsa ) emanet taktimimdir:)


 can dide; beyazından sözlerin,
söylenmemiş kısmından en güzel cümlelerin.
erişmeden bir sabaha daha,
hâzirûn şiirler yazıyorum sana.
oysa, bilirsin ki;
darağacında boy vermez açılmamış güller.
sokaklar susar,
yollar suskunluğa inat uzar.
uzadıkça kanar bir yanın,
sesin, sonsuzluğa karışır sanır,
çırpınamazsın.

kaybolmak gibi yaşamak; adından
cümleler kurmak yeniye dair.
can dide kan ağlar, sen yoksan.
unutur mevsimler seneleri,
devr-i daim sonsuzluk mektebinde,
ölü kuşlar görüyorum sokak aralarında.
isimsiz ve yani adı konmamış şehirlerde,
uzadıkça uzuyor geceler.
/ gölgem; soğuk,

buz gibi bir sokak lambasının
yalnız ve sadece kendi ile anılan gölgesine karışıyor.
doğacak günü düşünüyorum:
sanki hiç gelmeyecekmiş sanıyor,
iki elim başımda, beynimi kurcalıyor sensizlik düşleri.
can dide kan ağlıyor,
anlayamazsın...

ömrün son-bahârında kurumuş,
çürümüş yapraklar görürsün,
düşmüş dalından.
yaşanmamış ve yaşatılmamış bir beden gibi,
tıpkı, dalından ayrı düşmek gibi seni özlemek.
her sonbaharda, ayrı düşülen iklimlerde;
adını her rüzgârla anıyorsam,
bir musallaya baş koyar gibi,
kaldırımlara düşüyorsa yorgun bedenim;
can dide seni arar;
yok olamazsın...

ağaçlar soyunurken yeni bir yaşama,
dudaklarında susuzluğun izleri paramparça.
avuçlarında hiç yaşanmamış bir hayatın,
izleri değil mi uzayan ve kısalan.
söyle cân; dîde ağlamaz mı.
beyazından sözlerin,
hâzirûn iklimlerde söylenmiş,
gelecek zamanı hapseden büsbütün.
uzadıkça yollarla birlikte kanar bir yanım.
çırpınamam ölü kuşların memleketinde.
anlayamazsın cân
dîde seni arar;
ömrün son baharında kurumuş,
çürümüş bir yaprağa benzer yüzüm.
özlemek derken;
adını sen koydum son-bahar'ın.
bir musallaya koyar gibi başımı,
yorgun bedenimi emanet ediyorum geceye.
cân, dîde seni özler,
dokunamazsın...

16.ekim.2007

MUSTAFA NAZIF

Pazartesi, Eylül 19, 2011

Sen Beni Hiç Sevmedin ki!


esin dinçelli sen beni hiç sevmedin ki | izlesene.com

Vidoyu izlemek isteyen dostlar sayfanın alt bölümünden müziği kapatmayı unutmayın lütfen .


Sen Beni Hiç Sevmedin ki!
Sen hiç sevmedin ki beni..
Sevseydin, Bilirdin çaresizlikten kıvrandığımı...
Yaşar gibi yaptığım bu hayatın bana dar geldiğini...
Sana ne kadar çok ihtiyaç duyduğumu..
Bilirdin... ama bilemedin…
Bilmedin... bilmek istemedin...
Merak bile etmedin...

İnancım kalmadı artık aşk denilen kalleş duyguya...
Seni seviyorum’un bu kadar basit olmasına ve
Kolayca söylenivermesine şaşıyorum sadece...
Ne çok canım yanıyor bi bilsen…
Ama bilmezsin ki...
Çünkü sen beni hiç sevmedin ki...

Duygularım sahipsiz, hislerim yetim...
Kabul etmedin sana ait olduklarını...
Sen kendi duygularına bile ihanet ettin...

Gittin... gittim… gittik...
Dönüşü imkânsız bir yol,
Ulaşılması imkânsız bir biz...
Kan damlarken yüreğimizden
Sahiplenemediğimiz duygularımız ağlıyor duyuyor musun?
Ama duyamazsın ki...
Sen beni hiç sevmedin ki...

“Sana gülüm demem gülün ömrü az olur” diye
Çığlık çığlığa bağırırken,
Adına yitik sevda dediğimiz bir masalın
Baş kahramanı oluverdik bir anda...
Sen olmaz umutlarımın umut prensi,
Ben ise yüreği şizofrenlikle bedellendirilen bir hayal serserisi...

Bizim masalımız bitti değil mi...
İşte buna bir cevabın vardır kesin...
Çünkü sen beni hiç sevmedin ki...


Sema Şener

Pazar, Eylül 04, 2011

Yaz Bitti

Yaz bitti





Sesin

Ay düştü

Mavi neonları söndü

Sahil cay bahçelerinin

Ortalıkta birkaç sarı yaprak

Yarım bir çay

Ve sadece hatıralar, var

Yaz bitti


Çekildi gözlerin lacivert sulardan

Ay gitti

Hani bu sondu

Hani ağlamak yoktu

Geride yosun kokusu

Ve sarkılan egenin

Geride korku

Yaz bitti

Ay düştü ellerimden

İsmin

Şimdi

Şurada,

Üstünde

Şu

İskelenin

Yaz bitti

Sesin

Ay düştü içimden

Bütün şarkılar gibi kederli

Unutulmuş bir akşam tanışıklığı kadar derbeder

Her şeyi aslına döndüren bir ateş, aşk ve nâr

İşte sonbahar

Yaz bitti




Çekerek içimden ne varsa

İyot kokan deniz kokan sen kokan

Rüzgârı saçlarına benzetmek

Ve saçlarını rüzgâra verişini beklemek

Bir taburenin üstünde

Oturup seni özlemek bitti

Ay gitti ellerimden

Yaz bitti

Hadi ömre yürüyelim

Geriye şiirler kalsın

Belki kimsesiz anılar

Sevdanın yoksullarına dağıtacak kadar

Belki bir imbatla

Bir martı kanadında ya da

Yarım bırakılmış bir akşam şarkısında

En iyisi bir dalganın köpüğünde kalsın adın

Anlaşılan

Artık olmamalısın

Radyolarda şarkılar dinlemeliyim

Hangisi sana benziyorsa

Ben de biraz söylemeliyim

Güneşi avuçlarımıza bırakan

Bir temmuzun ardından

Yürüyüp gitmeliyim

Seni lacivert sularından çıkarıp egenin

Okyanusların bitimsiz mavilerine terk etmeliyim

Kim bilir?

Belki de artık üşümeliyim

Hey sonbahar

Ben şimdi seni sevmeliyim

Yaz bitti




Sesin

Ay düştü

Mavi neonları söndü

Sahil çay bahçelerinin

Ortalıkta birkaç sarı yaprak

Yarım bir çay

Ve sadece hatıralar, var

Yaz bitti

İbrahim Sadri


Gudu'nun keyfine diyecek yok:)





Yalova 10




Yalova'da Günbatımı 9

Marinada keyifli geçen saatlerin ardından yelkenlilerin dayanılmaz çekiciliği bir başka haz veriryor insana. Yıllar evvel Bandırma'da babaannemin evine gittiğimde her akşam üzeri sahile inip eski bir üç direkli tekneyi seyretmeye doyamazdım adı Halime idi o zamanlardan beri arıyorum  Halime'yi ama hiç göremedim.
Belki bir gün...








Yalova'da Günbatımı 8

Sevgili Ayşe'nin evinden de bambaşka bir keyif veriyor manzara.






Yalova'da Günbatımı 7

Erguvan Renkli Perdeler İnmekte Fesleğen Kokulu Gecelere...



Güneş gökyüzünden çekilince,
Erguvan renkli perdeler, dalgalarla dans eder.
Başlar gecenin en demli saatleri,
Ah!  O Yalova geceleri…






Şarkılar mı değişti, yoksa seninle mi güzeldi
Bil ey yar,  sevdim seni.
Sevdandın hayali vurunca yüreğime,
Şarkılar başka,  şiir başka bu gece.





Bu gün daha bir buruk içim nedense
Her yerde sen,  her şeyde sen…
Bak,  kapı çalınıyor sen misin gelen?
Özledim işte anla halden.






Ay yükselirken gökyüzüne,
Geceyi sardım yüreğime,
Buselik makamında şarkılar söylemekte deniz,
Sus ve dinle…

Esin Dinçelli




Yalova'da Günbatımı 6

Yaz Bitti



yazın bittiği her yerde söylenir



söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiç bir şey olmamış gibi

ağır, usul bir hazırlık başlar

uykuya benzer yeni bir mevsime

orda burada, ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında

incelen yazın akşam esintilerinde

zaman usulca sıyrılır aramızdan

ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini

başka ne gelir elimizden

büyük bir uzaklığa gülümseyerek

geçiştiririz

ıskaladığımız şeyleri







yatıştırıcı rüzgarlar



dışa vurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını

saklar bizi

gözlerimizdeki hüzne 'dinginlik' adını verir

'seni iyi gördüm' diyenler

biz de iyi hissederiz kendimizi

elimizden başka ne gelir ki?

köşe başları, akşamüstleri, kokular

tozar gider zamanın boşluğunda

karışır anların kuytu belleğine

belki sonraları bir gün

hatırlanır aynı kederle

yazın bittiği her yerde söylenir

söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine

yaz biter





eskir geceler, serin, hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti



yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi

Murathan Mungan