Pazartesi, Mayıs 28, 2012

Aşkın nokta felsefesi :)

Yanyana duran iki benzer noktanın...

Farklı bir şeyler bulma umuduyla ayrı yönlere doğru hızla yol alıp...

Birşey bulmaktan ümidi kestikleri yerde birbirlerini yeniden görüp...

En iyisi beraber takılalım demelerine mantık evliliği denir.


Evrende yalnız dolaşan iki noktanın...

Şans eseri çakışmasından sonra...

Noktalardan birinin yeniden buluşmak için geri dönerken...

Diğerinin yoluna devam etmesine platonik aşk denir.


Evrende yalnız dolaşan iki noktanın...

Şans eseri çakışmasının ardından...

Yön değiştirerek...

Yeniden buluşmasına aşk denir.



İç evrende ışık saçan iki noktanın

Hızla küçülerek...

Aniden ...!

Gözden kaybolmasına mutsuzluk denir.


I. Evrende yanyana duran iki noktanın...
II. ...Tek başlarına da dolaşabilecekleri...
III. ...ve sonra aynı temelde buluşabildikleri duruma

"olsa da yesek" denir :)

Cuma, Mayıs 25, 2012

Öğretmen

 
 

BİZ ÖĞRETMENLERE NE GÜZEL İŞİNİZ VAR, BOL TATİLİNİZ VAR, YATA YATA PARA KAZANIYORSUNUZ DİYENLER HAKLI. AŞAĞIDA ÖĞRETMENLERİN YAPTIKLARI İŞLERİ OKUYUNCA ÖĞRETMENLİĞİN GAYET BASİT BİR MESLEK OLDUĞUNU SİZ DE GÖRECEKSİNİZ. ŞAYET OKUMAYA DAYANABİLİRSENİZ:
 

 1- Toplantılara katılınacak,

2- Yıllık plan yapılacak

3- Günlük plan yapılacak

4- OGYE çalışmasına katılınacak

 5-TKY çalışmalarında bulunulacak

6- Nöbet tutulacak

7- Sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak

8- Toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak

9- Kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,

10- Seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak

11- Envai çeşit tören, kutlama vb. programa katılınacak.

12- Her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları doldurulacak.

13- Kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.

14- Öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.

15- Portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.

16- Öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.

17- Sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.

18- Rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak

19- Ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize okuyarak "bak okuyan toplumuz" imajı veren insanların zorunlu seminerlerine katılınacak.

20- Pansiyonda nöbet esnasında öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı, aileden ayrılık sendromu, koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil olunacak.

21- Sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise ifade verilecek. Hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla suçlanılacak.

22- Öğrencilere çalışma kâğıdı hazırlanacak

23- Öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek

24- Velilerle görüşülecek

25- Teneffüslerde çocukların şikâyetleri dinlenecek

26- Panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak

27- Her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak tutulacak

28- Toplum hizmeti için zaman yaratılacak

29- 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek

30- Kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman yapılacak,

31- Değerlendirme testleri hazırlanacak

32- Değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,

33- Üstüne saldıran veliler ikna edilecek,

34- Bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,

35- Öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,

36- Saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula getirecek,

37- Temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para toplanılacak,

38- Taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,

39- Öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,

40- Okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.

41- Belirli Gün ve Haftalarla ilgili program hazırlanacak,

42- Öğrencilere katılım için yalvarılacak,

43- Belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,

44- Panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.

45- Veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek

46- Kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek, hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor acaba).

47- Veli toplantıları yapılacak.

48- Okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları dinlenecek.

49- Her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak hazırlanacak.

50- Yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.

51- Gözlem dosyaları tutulacak

52- Etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)

53- Sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.

54- Hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler bu kişiler tarafından dikkate alınmayacak.

55- Gelen giden evrak defteri doldurulacak

56- Laboratuvar düzenlenecek, temizlenecek

57- Müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler yapılacak

58- Çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.

59- Deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.

60- Beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.

61- Başarısızlığın sebebi araştırılacak.

62- Mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.

63- Müdür Beye hesap verilecek.

65- Dersi boş olan, derslerine branş öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler, ''İşlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin derslerine girilecek.

66- Birilerine ek ders ücreti verebilmek için açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında katılmak zorunda kalınacak.

67- Sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak.

68- Son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.

69- Müdür ve müdür yardımcılarının imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.

70- Spor parası toplanacak.

71- Yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak

72- Onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak

73- Nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü yapılacak

74- Nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri imzalanacak.

75- Zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak

76- Okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu eşyalar ailelerine teslim edilecek.

77- Aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak

78- Nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.

79- Ünitelendirilmiş Yıllık Plan Yapılan Açıklamalar

80- İş Günü Takvimi

81- Ünite Süre Çizelgesi

82- Yıllık Çalışma Programı

83- Haftalık Ders Programı

84- Ünite Çalışma Dosyası

85- Sınıf Ders Defteri

86- Deney defteri Raporu

87- Gezi Planı

88- Öğrenci Kişisel Robşayanı

89- Öğretmen Not Defteri

90- Kitaplık ve Defteri

91- Çevre İncelemesi

92- Tebliğler Dergisi Fihristi

93- Sınıf Demirbaş Listesi

94- Ders Dışı Etkinlik Dosyası

95- Yazılı Kağıt ve Cevapları

96- Ödev Listesi-Ödevler

97- Dershane Araçları

98- Koordinasyon Kurulu Kararı

a. Cümle Listesi

b. Metin Defteri

c. Metinler

d. Kontrol Tablosu

99- ?????????????????????

100. Teneffüslerde ve öğlen aralarında çocukların sorunlarını dinleyecek, varsa anlamadıkları ya da çözemedikleri derslerin sorularını cevaplayacak.

101. Evde yazılı okuyacak, çalışma kâğıdı, performans -proje ödevi hazırlayacak.

102. Tüm bu okul işlerinden zaman kalırsa kendine, evine varsa eşine ve çocuğuna zaman ayıracak.

103. Okul idarecilerinin yapamadığı e-okul, ilsis vb. işleri yapacak

104. Sınıfını boyamak için boyacılık yapacak.

105. Okul idaresinin velilerden toplaması gerektiği paraları toplayacak.

106. Bir çocuğun burnu kanasa çocuğun başında hastanede refakatçi olacak.

107. Gerektiğinde sınıfını temizleyecek.

108 köy okullarının sobaları yakılır.

109 tuvaletler her hafta düzenli olarak temizlenir.

110. Bozulan sandalye, masa idareciye bildirilir, o ilgilenmezse hizmetliye oda benim işim değil dedikten sonra tamiri yapılır.

111. Okul önlerinde trafik kazalarını engellemek için gönüllü trafik memuru olunur,

112. Okul önlerine gelen it, çakal ve uğursuz takımı okulun huzurunu bozmasın diye okul müdürüne bildirilir, nöbetçi öğretmen değil misin ilgilen dedikten sonra çocuklarla konuşulup uzaklaştırılır.

113. Çocuğunu azarladı diye öğretmeni tehdit eden veliden korumak üzere diğer öğretmen arkadaşla mesai çıkışında durağa kadar beraber gidilir. Bir gün yanında gitmezsin velinin öğretmene saldırdığını duyarsın hastanede ziyaretine gidersin.

114. Yukarıdaki madde başından geçen öğretmenin hiç suçu olmadığı halde ceza alabilirim korkusuyla ne öğrenciye ne de veliye hiç bir şey yapamadığını duyar sinirden isyan edersin.

115. Okulun zaten olmayan eğitim öğretim araçları için çevrede çalışma yapılır,

116. On Dokuz Mayıs, Yirmi Üç Nisan, Yirmi Dokuz Ekimlere öğrenci çalıştırırsın.

117. Bayramlara öğrenci çalıştırmak için dersten bir saat erken gelirsin MEB'nın haberi bile olmaz ama bayram günü okula gelmiyorsun diye (ne demek oluyorsa) ek dersin kesilir sinirden küplere binersin.

118. Okuma bayramı düzenlersin.

119. Okul Aile Birliği çalışmalarına katılırsın.

120. Bölge zümre öğretmenler kuruluna katılırsın.

121. Sosyal etkinlikler kuruluna katılırsın bütün özel günlerin kutlamalarında çalışırsın.

122. Okulun elektrik tesisatında sorun olduğu zaman çözüm bulur tornavidayı eline alırsın.

123. Elektrikler kesilir, veli öğrenciyi almaya gelmez çocuğu evine kadar götürürsün, anneyi evde bulamaz komşuları arar sonunda bir komşuda konken partisinde bulursun. Veli çocuğu almayı unuttuğunu söyler tımarhaneye bir adım daha yaklaştığını hissedersin.

124. Öğrenci kütüklerine bilgileri girersin, aynı bilgileri e okula, öğrenci tanıtma kartına ve ruhsal dosyalara da girdiğin için öğrencinin ev adresine kadar her şeyini ezberlemiş olursun.

125. Veli toplantıları yaparsın veliler toplantıya katılmadığı gibi akşamı gelir benim çocuğun durumu nasıl öğretmen bey der anlatırsın.

126. Okul gezileri düzenlersin, piknik düzenlersin, yılsonu partisi düzenlersin, pilav gününü ayarlarsın, sonunda kendini Ahmet San zannetmeye başlarsın.

127. Önemli günler ve haftalarda okul ses düzenini ayarlarsın. İşleri ileri götürür dizüstü bilgisayarınla müzik parçalarının çalınmasını sağlar kendini dj zannedersin. Hatta daha da ileri götürüp düğünlere ton maister olarak katılırsın.

128. Okul bahçesine fidan diker sulanmasını sağlarsın.

129. Öğrenci doğum günlerini ezberler zamanı gelince kutlarsın.

130. Okul ve sınıf duvarlarını çok dikkatli kullanırsın nitekim hazırlaman gereken pano vs.ler var olan duvar büyüklüğünden fazladır.

131. Okulun tamirat tadilat işlerini ME üstlenmediği için iş başa düşmüştür eşe dosta haber salar, firmalarla görüşüp sonunda askerler ve belediye sayesinde halledilmesini sağlarsın.

132. Çalışmayan bütün okul araç gerecinden haberdar olur nasıl çalıştırılabileceği üzerine düşünürsün.

133. Tam yastığa başını koyarsın ki bugün Meltem'in babasının öldüğü haberi aklına gelir iki gözün iki çeşme ağlarsın.

134. Bir öğretmen, bir dolap ve kırk üç öğrenci küçük bir sınıfa nasıl sığar bilmecesini çözmen için tam bir yılın vardır her türlü kombinasyonu dener sonunda çözümün olmadığını fark edersin ama yapacak bir şey yoktur.

135. Öğrencinin defterine yazdırdığın ödevi veliler de bilsin diye okul kapısına da asarsın akşam tam televizyonda eğlence seyrederken telefonda kaba bir ses "Haaa ögretmen hoca çocuğun ödevi ne ola?" sorunsalıyla karşı karşıya kalırsın bir de ona ödevi anlatırsın.

136. Çocuklara verdiğin ödevleri derste kontrol edersin.

137. Ödevini yapamayan ya da yanlış yapan öğrenciyle teneffüslerde ödev yaparsın.

138. Çocuklara en güzel hikâye kitaplarını en ucuza almak için kırtasiye kırtasiye dolaşırsın.

139. Okula gelen müfettişlere takla atar sınıfının ne kadar çalışkan olduğunu anlatmaya çalışırsın.

140. Sen teneffüste öğretmenler odasında otururken sınıfa giren veli öğrenciyi alır götürür. Her yere telefon açar sonunda ne olmuş ki cevabını alırsın.

141. Öğrencilerin dersi anlayamayacağını düşünüp ek materyaller ve çalışmalar hazırlarsın.

142. Yapamayan ve bireyselleştirilmiş eğitim programına sahip öğrenciler için farklı çalışmalar yapmaya çalışırsın.

143. Okula gelen sinemanın, tiyatronun biletlerini satar bilumum satıcıların uğrak mekânı halini alırsın.

144. Çocuklarının sınıfta çekilen fotoğrafları için veli ile satıcı arasında arabulucu görevi yapar ikisi beşe olmaz mı hocam sorusuna çare aramaya çalışırsın.

145. Karnı, başı ve bilumum organları ağrıyan öğrenciler için eve telefon açar gelip çocuğu almasını istersin.

146. Beslenme saatinde öğrencilerin beslenmelerini yapmaya yardımcı olur, sütlerini açar, meyvelerini soyar, dökülenleri temizlersin.

147. Burnu akan öğrencinin burnunu temizlersin.

148. Okula yeni gelen öğrenciyle bahçeye çıkar oyunlar oynarsın.

149. Beden eğitimi derslerinde beşinci sınıf öğrencisine koşu yarışı yaparsın. Yenilirsen yaşlandığını artık kabul etmeye başlarsın.

150. Birinci sınıf öğrencileri teneffüslerde amca şu çocuk bana "dıt dıt dıt dıt dıt." dedi der sen de ona hem nasıl söylenmesi gerektiğini, seninde bir öğretmen olduğunu anlatmaya çalışır, çocuğu rahatsız edeni bulup cezalandırırsın.

151. Öğrencilere yazılı, sunu, değerlendirme testi, konu testi, ünite değerlendirmesi hazırlamak için saatlerini harcarsın bir de bunların değerlendirilmesi vardır.

152. Deprem, yangın tatbikatı yaparsın, gerçek zannedip korkan öğrencileri sakinleştirirsin.

153. Bayramlar, önemli günler ve haftaların yapılabilmesi için okula izin dilekçesi yazar, olup bitenlerin tutanaklarını tutarsın.

154. Civcivleri doğuran, inekleri ağıldan çıkaran MEB tarafından basılıp TTKB tarafından değerlendirilen kitapların yaptığı hataları düzeltmek için raporlar hazırlar öğrenciler bunların hatalarını anlatırsın.

155. İki satır harf yazmakla sözcükleri birer kez yazmakla okuma yazma öğrenileceğini zanneden okuma yazma öğren(em)iyorum kitabıyla çocuklara okuma yazma öğretmeye çalışacaksın.

156. "tulete tittem" (tuvalete gideceğim) diyen çocuğun okuma yazma öğrenemeyeceğini daha kalemi bile tutamadığını söylediğin halde veli bu konuda ısrarlı olacak mecburen okulda tutacaksın. Ancak okuma yazma öğrenemediğinde yine sen suçlu olacaksın.

157. Kurallara uymayan bir çocuğa müdahalede bulunacaksın çocuk öğretmen beni dövdü diyecek. Soruşturmalarda derdini anlatmaya çalışmayacaksın.

158. Yurdumun daha polisinin giremediği yerlerinde askerin tek başına dolaşamayacağı dağlarında tek başına görev yapacaksın.

159. Üç yüz bin kişilik öğretmen içinde bir tanesi öğrenci dövdüğü için dayakçı öğretmenler olarak anılacaksın. Bunu kimseye anlatamayacaksın.

160. Teneffüslerde tam sohbet ortasında öğretmenler odasına gelen öğrencinin kanayan yerlerini pansuman edeceksin.

161. Okuyan öğrencilere kırmızı kurdele dağıtacaksın. Alamayanlar ağlayacak neden alamadığını anlatacaksın.

162. Yazı defteri, kitabı, resim defteri, boyaları ve bilumum malzemesi olmayan öğrenciyle ders yapmaya çalışacaksın.

163. Okulun ilk haftası okula gelen öğrencilerinden ağlayanlara kendinin sevdirmeye çalışacaksın.

164. Sınıfının daima temiz olmasını sağlayacaksın.

165. Öğrencilerin sınıfa getirebileceği malzemelerle deneyler tasarlayacaksın.

166. Malzeme getirmeyen öğrenciye farklı çalışmalar bulacaksın.

167. Sabah öğrencilerden önce okulda olup sobayı yakacaksın.

168. Karlı havalarda ayakları ıslanan ve lastik ayakkabıları içinde donma tehlikesi yaşayan öğrencilerinizin ayakkabı ve çoraplarını çıkarıp, sobanın yanında kurutup, tekrar giymelerini sağlayacaksın. (1. sınıf olunca çok daha fazla için burkularak)

169. Her teneffüs bir yerlerini inciten kanatan öğrencilerinize pansuman yapacaksın

170. Bu kadar olumsuz koşullarda işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışırken gelen müfettişlerin duvardaki panoların neden simetrik olmadığını sorduğunda estağfurullah çekerek cevap vermek.

171. Aslında idarenin yapması gereken 4-8. sınıfa kadar öğrenci notları, aldıkları belgeler elektronik ortama aktarılacak,

172. Bir dönemde kaç kitap okuduğu e-okula yazılacak,

173. Bilgisayar kullanmasını bilmeyen müdür yardımcılarına derse girmeyip yardım edilecek,

174. Okul çıkışlarında etüt yapılacak,

175. Hafta sonu kursa girilecek,

176. Her dönemin başında ve sonunda zümre öğretmenler tarafından müfredatı değerlendirme raporu yazılacak ama bu raporlar bir tek Allahın kulu tarafından adam gibi okunmayacak, öğretmenler müfredatla ilgili aynı sıkıntıları yaşamaya devam edecek...

177. Okul sitesini yapacaksın. (Bazıları gönüllü yaptı vazifemiz olmamasına rağmen.)

178. Olmadı üstüne İl,İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü sitesini yapmaya çalış...

BİR DE BİZ ÖĞRETMENLER ÇOK YORULUYORUZ DERİZ.

ŞUNCACIK İŞ YAPMAKLA HİÇ İNSAN YORULUR MU?????
Kaynak: Öğretmen 

Pazartesi, Mayıs 21, 2012

Aramızdaki Görünmez Bağlar


Tek başıma hiç sorunun yanıtını bulamıyorum.Hep yeni
hayatlar yaşamayı isterken kendimi aynı hayatı tekrar
tekrar yeniden yaşarken buluyorum... Sisli bir gecede
yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi...
Yanına gidip konuşmak isteğim insanları da işte bu
kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını
görüyorum... Ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar, ne
ben onlara... Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp
yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz... Umudum
kalmadı artık; bu dünyada düşüncelerimi, beni,
duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız
görünüyor artık bana... Ama evimde duramıyorum yine
de... Kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak,
kendimi onlara anlatmak istiyorum. Dinliyor gibi
gözüküp dinlemeseler de, anlıyor gibi yapıp gerçekte
anlamasalar da...
Anılar birer zorba gibi yükleniyorlar üzerime.
Durmadan hesap soruyorlar benden... Tekrar tekrar aynı
görüntüler belleğimi kanatıyor... Ve hep o yüz...
Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye
dönebiliyorum, ne ileri gidebiliyorum... Öğrendiğim
her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka
bir şeye yaramıyor... O yüzün sahibine kaderini
anlatmak isterdim... Oysa o yüz ışığının farkında bile
değil. Kendisine rağmen yaşıyor o ışık yüzünde... O
yüz ki sevgiden önce nefret etmeyi öğrenmiş... O da
kayıp bir gemi ve o da bu kanlı sisin içinde yitirdiği
yolunu arıyor...
Her kayıp gemi bana kırılgan ve bitimli aşkları
hatırlatıyor... Dostluklar sisin ortasındaki kayıp
gemiler gibi boğulmuş insan sesleri çıkarıyor... Ziyan
olmuş hayatlar bu sisi biraz daha koyultuyor... Her
talihsiz karşılaşma başka bir karşılaşmayı daha
talihsiz kılmaya gidiyor... Her ziyan edilmiş hayat
başka bir hayatı ziyan etmeye gidiyor...
Evimin duvarları bile ayrılığın şarkısını söylüyor.
Bir başıma dinlemek istemiyorum ayrılığın
şarkısını...Ayrılık zorba anılarıyla geliyor... Her
zorba anı beni ayrılığın karşısında küçük düşürüyor:
Onunla görüşmeye ara verdiğimiz bir dönemdi. Bu defa
biraz uzun sürmüştü. Ama hasret yine ağır basmış ve
yeniden bir araya gelmiştik. O zaman itiraf etmişti
biriyle birlikte olduğunu. Hiç unutmuyorum, ilk tepkim
kaç kez oldun, onunla kaç kez yattın, demek olmuştu.
Yüzüme çok tuhaf, ve o güne dek hiç bakmadığı gibi
bakmıştı... Sadece, ilk bu mu geldi aklına, seni
tanıyamıyorum, demişti... Neden ilk tepkimin o
olduğunu bugün bile anlamış değilim; ama ne zaman
aklıma gelse yüzüm kızarır, utanırım... Ve daha
binlerce zorba, acıtan anı...
Bu anıların verdiği acıdan kurtulmak için insanların
arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların
arkasında değilim, istediğim yere gidebilirim,
istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam, nereye
gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin
tutsağıyım sanki... Ben değil, bu zorba anılar
götürüyor beni istediği yere... Sevgi nasıl
bulaşıcıysa nefret de öyle bulaşıcı... Nasıl bakıyorsa
insan dünyaya, öyle görüyor ne görüyorsa... Kararmışsa
gönlü insanın, nereye baksa orada kararmış gönüller
görüyor... Dibe vurmuşsa hayatı, kimi görse dibe
vurmuş sanıyor... Hem öyle bir gece ki bu gözlerim
kapanmayı bilmiyor... Gözlerim nereye baksam
varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni... Oysa
hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara
götürsün isterdim... Ama hayallerimin kanatları beni
anılarımdan koparacak kadar güçlü değil... Hayallerim
beni, ben anılarımı seyredip duruyorum...
İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız
yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri, asla
anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı
seviyorum... Hem korkuyorum onlardan, hem
korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine
de..
Tek başıma dolaşıyorum Beyoğlu´nda..Gecenin kim bilir
hangi saati, yine de her yer insan dolu.. Kimse evine
gitmek istemiyor sanki... Gece koyulaştıkça yalnızlık
derdi artıyor... Sadece benim evimin duvarları değil,
bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını
söylüyor. Kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye
katlanamıyor... Evler saçmalığın kederinde boğulmuş,
yanlış yerde arıyor herkes kendisini... Anılar zorba,
bellek yorgun, hayaller kanatsız... Kimin gözlerine
baksam, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok
başkasıyım, diyor... Kimi sevsem bu sevgiyle
yarışacağı yerde benimle yarışıyor... Kim beni sevse
bu sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor...
Sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle itiyor...
Kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma...
Nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor...
Oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden önce nefreti
öğrenen kadın gidiyor... Nereden dönsem ardımda
küskünlüğüm kalıyor... Kimse kurtulamıyor bu
küskünlükten. Şiirler, aşk nefret etmektir, diye
bitiyor...
Taksim´de gecenin bir yarısı tek başıma dolaşıyorum...
Bunca geç bir saate rağmen her yer öylesine gürültülü
ve kalabalık ki... Onca gürültüye ve onca kalabalığa
rağmen her yer aslında öylesine sessiz ve ıssız ki...
Sanki insanlar bu ıssızlığı ve sessizliği gizlemek
için durmadan boylukta dolaşıp duruyor ve anlamsızca
konuşuyorlar...
Biraz kuytu, kalabalıktan biraz uzak bir banka
oturuyorum... Sanki her yer gözüküyor bu banktan.
Ayaklarımın altından mahvolmuş hayatların yanık suları
geçiyor... Güçsüz düşmüş inancım aşkımı ne kadar
kirletmeye çalışsa da sanki bir el durmadan yıkayıp
arıtıyor onu...
Kendimle o kadar meşgulüm ki, biraz geç fark ediyorum
yanımda orta yaşlı bir adamın oturduğunu. Uzaklara
bakıp, benimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davransa da
beni düşündüğünü anlıyorum... Uzaklara baksa da
hayretle ve acıyla aydınlanmış gözlerini görüyorum...
Yüzüme bakmadan soruyor: Gece ne kadar sessiz değil
mi... Şaşırıyorum benimle aynı şeyi düşündüğüne...
Evet, diyorum bir an durakladıktan sonra... Onca
gürültüye rağmen öylesine sessiz ki... Çünkü, diye
devam ediyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes
kendisine öylesine gömülmüş ki... Neden böyle? diye
soruyorum ona... Ellerini kavuşturup uzaklara bakarak
yanıtlıyor beni: Hepimiz kendimizi başkalarından çok
farklıyız sanıyoruz, ama aslında birbirimize o kadar
benziyoruz ki... Bu yüzden birbirimize ne denli çok
görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu bir bilsek her şey
öylesine değişecek ki... Ama bu bağları göremiyoruz
bir türlü... Herkes kendisi diye bilmediği bir
başkasını anlatıyor ve sonra yeniden kendi karanlığına
gömülüyor... Birlikte ama yalnızız, çok yalnızız...
Bilir misiniz, İbranice´de bu iki sözcük tek bir
harfle ayrılır...Yalnız, yahid, demektir, birlikte ise
yahad...
Sonra usulca dönüp yüzüme bakıyor: Bana hikayenizi
anlatır mısınız, diye soruyor... Şaşırmıyorum bu
sorusuna. Yalnızlık ve hayatın bu korkunç belirsizliği
öylesine hırpalamıştı ki ruhumu, ona kendimden
bahsedersem az da olsa bir teselli bulacağımı
hissediyorum... Kanlı bir sisin içinde kaybolmuş
gemilere benzettiğim insanları... Ziyan olmuş
hayatları... Aşkların nasıl bu kadar kısa bir sürede
nefrete dönüştüğünü... Yaralarını onarmak için
ilişkiye girenleri, sevmekten korkanları... Zorba
anıları, yorgun bellekleri, kanatsız kalmış
hayalleri... Her talihsiz karşılaşmanın başka bir
karşılaşmayı daha talihsiz kıldığını...Yalnızlığımı ve
hayatın o korkunç belirsizliğini..Artık beni anlayacak
birini bulmaktan ümidi kestiğimi anlatıyorum ona..
Derin bir nefes alıyor ve sonra yine şehrin solgun
ışıklarına bakarak yanıtlıyor: Öyle demeyin.Sizi
anlayacak birileri mutlaka vardır.Hem yalnızlık bizi
olgunlaştırır, yeni keşiflere hazırlar.Belirsizlikse
çoğu kez özgürlüğün kapılarını açar bize. Biraz önce
söyledim, hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız
birbirimize.İşte bu bağları görebilmek ve birbirimizi
anlamak için daha çok çaba harcamalıyız. Bize çoğu kez
anlamsız görünen olayların, tesadüflerin ardındaki
gizli anlamlı göremiyoruz...
O şimdi ne yapıyordur...
Kim, diye soruyorum şaşkınlıkla...
Ayrıldığınız insan. Sizi anlamadığını düşündüğünüz...
İçimden karanlık bir ürperti geçiyor: Uyuyordur, bu
konuştuklarımızdan hiç haberi yoktur. Dantellerle,
pullarla kaplı yastığında uyuyordur, diyorum...
Bence o şimdi sizin uykunuzu uyuyordur, sizin rüyanızı
görüyordur.Kim bilir belki birazdan uykusundan
ağlayarak uyanacak ve bu konuşmayı duymadan
duyacaktır... Sizin varlığınızda onun için
yaşattığınız her duyguyu hissedecektir... Hiç tahmin
edemeyeceğimiz işaretlerle anlayacaktır bunu...
İnsanlar arasındaki bu büyüye inanmak gerekir.
Karşılaşmalara, tesadüflere inanmak gerekir.
Mucizelere... Yaşadığımız her şeyin, en anlamsız
görünenin bile ardında bir anlam yatar... Size kendi
hikayemi anlatmamı ister misiniz...
Elbette, diyorum merakla, dinlemeyi çok isterim...
Ben birini öldürdüm biliyor musunuz... Bunu der demez
susup etraftaki o gürültülü sessizliği dinliyor bir
an. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Adamın önce yüzüne
sonra da büyük bir dikkatle ince uzun parmaklarına
bakıyorum...Bana böylesine huzur veren ve bilgelik
dolu şeyler anlatan bu insan bir katildi öyle mi...
Yo, bana öyle bakmayın, dedi gayet sakin bir
tavırla...Ben de birini öldürmeden önce insan
öldürmenin kendim için ne kadar imkansız olduğunu çok
düşünmüşümdür hep. Ama birini öldürmek çok anlık bir
şey. O an zaten siz siz olmuyorsunuz. Bir başkası
giriyor sanki içinize... Şaşkınlığım sürdüğü için
lafını kesiyorum: Neden öldürdünüz peki...Bir sakıncası
yoksa söyleyebilir misiniz:
Bencillik... Kibir... Ruhumu körleştiren arzular...
Kıskançlık... Daha çok şey eklenebilir bunlara...
Hepimizin içinde var bu duygular... Dilerseniz devam
edeyim... Bu korkunç olaydan önce durumum çok iyiydi.
İyi bir evliliğim, çok sevdiğim bir kızım, iyi bir
çevrem vardı... Karım beni terk etti. Kızım bu olay
yüzünden beni reddetti... İşimi, çevremi, dostlarımı
kaybettim. Kimse arayıp sormaz oldu. Dayanılması çok
güç yıllardı. Geçmişimi bir saplantı haline
getirmiştim. Demiştiniz ya, anılar zorbadır, diye...
İşte o zorba anılarda kurtulmak bu hayatımın üstüne
çıkabilmek için kendimi kitaplara adadım. Elime ne
geçerse okuyordum. Felsefe, psikoloji, dinler tarihi,
edebiyat... Kitaplar olmasaydı o korkunç yıllar başka
nasıl geçerdi ki... Sonra bir gün artık özgürsün,
dediler. İnanamadım özgür olduğuma. Ama bir amacınız
yoksa, sevdikleriniz yoksa özgür olmanın pek bir
anlamı yok... Günlerce karımı aradım, ama bulamadım.
Kızımdan da bir haber yoktu... Ne dostlarım, ne param,
ne de bir işim vardı. Bunca işsizlikte hapishaneden
çıkan, sabıkalı bir adama kim iş verir? Hem de bu
yaşta birine... Günlerce başıboş dolaştım.Orada burada
yattım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım...
Kitaplardan öğrendikleriniz bir yere kadar size
yardımcı oluyor... Hayat başka bir şey... İntihar
etmek istedim, onu bile beceremedim. Bir gün garip bir
rastlantı sonucu çok eski bir arkadaşımla karşılaştım.
Çok zengin olduğunu duymuştum. Bir yerde oturduk, ona
başıma gelenlerden bahsettim. Anlattıklarımdan çok
etkilendi. Gözlerinden okudum bunu... Artık benim için
hayatın bir anlamı kalmadığını, ölmek istediğimi
söyledim ona. Aslında içten içe bana yardımcı
olmasını, iş bulmasını ya da biraz para vermesini
istiyordum... Benim sana verecek hiç param yok, dedi.
Neden, diye sordum, çok zengin olduğunu duyduğumdan
bahsettim. Artık değilim, dedi. Bütün paramı, mal
varlığımı kimsesiz kalmış sokak çocukları için kurduğu
bir vakfa bağışlamış. Zenginlik ruhunu kirletmiş...
Ruhunu kurtarmak, arınmak için bu amaca adamış
kendini... Eğer ölmek istiyorsan seni engelleyemem.
Karar senin, ama dilersen gel benimle vakıftaki
işlerimde bana yardımcı ol. Yatacak bir yerin olur, üç
öğün karnını doyurursun. Sana başka bir şey veremem...
Bunları söyleyip sustu ve gözlerini hiç kaçırmadan
gözlerime baktı... İşte o an onun gözlerinde kendi
kaderimi gördüm.İnsanların arasındaki o görünmez
bağlar vardır, demiştim ya, işte onunla aramdaki o
bağı gördüm. O işareti ve o mucizeyi... Tamam, dedim,
kabul ediyorum... Ve o gün bu gündür onunla kimsesiz
sokak çocukları için çalışıyorum. Hayatımın anlamı
buymuş meğerse benim. Bugüne dek bütün yaşadıklarım bu
günlere bir hazırlıkmış... O karşılaşma anından sonra
her şeye böyle bakıyorum artık... Her birimizin bir
başkasının üzerinde mutlaka bir etkisi vardır... Yeter
ki aramızdaki o bağı görelim...
Sonra yine susup o dingin, o huzur gülümseyişiyle
uzaklara bakmayı sürdürüyor..
O susuyor, ama benim içimde bambaşka bir konuşma
başlıyor bu defa. İnsanlar arasındaki o görünmez
bağların varlığını bildiğim halde neden görmek için
daha fazla çaba harcamadığımı soruyorum kendime...
Karşılaştığım insanlardan çok kendi benliğime takılı
kalmıştı gözlerim... Kendimi keşfetmeye harcadığım
enerjinin birazı da başkalarını keşfetmeye çalışsaydım
anılarım bu kadar zorba olmazdı bana... Belleğim bu
kadar yorgun, hayallerim bu denli kanatsız
olmazdı...Ayrılsam da, bir daha onu görmeyecek olsam
da, bir zamanlar o çok sevdiğim insanın uykuya
daldığında benim rüyamı göreceğini bilmezden
gelmezdim...
Bu iç konuşmalarımı o sırada önümüzden geçmekten olan
bir şair arkadaşım bölüyor. Haberin var mı, diyor, Ece
Ayhan bu gece öldü...Ustayı kaybettik... Bir an ne
diyeceğimi bilemiyorum. Bu gece her şey o kadar üst
üste gelmişti ki benim için... Binlerce anı üşüşüyor
beynime o an... Ama bu defa anılar eskisi gibi zorba
değildi... Her anı bir diğerine ekleniyor; her anlam,
her görüntü, her işaret bir diğerine bağlanıyor ve
bağlandıkça yine anlamlar, yeni değerler
kazanıyordu... İster misiniz, size Ece Ayhan´la ilgili
bir hatıramı anlatmamı, diye soruyorum yanımdaki
adama... Yanıt vermeden sadece başını sallıyor ve
yüzündeki incecik hüzünle gülümsüyor...
Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar... Sadece
benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan,
şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o...
Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip
büyü, bir tılsım vardı onlarda... Sanki bilinçaltımızı
okurdu o... Bu ülkenin bilinçaltını... Hayatımda
vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu
çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi.
Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece
Ayhan´ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir
gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu
hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti.
Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o
narin, o kırılgan bedenini... Ne acıydı ki birileri bu
intihardan Ece Ayhan´ı sorumlu tuttular... Hatta bu
suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde;
´Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı´ dediği
içindi belki de... Bu dedikodular ve suçlamalar
etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan
arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri
yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve
arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından
aşağı dökmüş... Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama
sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana
yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor... Bunu
duyduğumda çok üzülmüştüm. Çünkü o üzerindeki ceketten
başka ceketi yoktu Ece Ayhan´ın... Eminim, kırmızı
şarapla lekelenen o ceketini temizleyiciye verecek
parası bile yoktu...
Bu sırada yanımdaki adam sözümün arasına giriyor: Kim
bilir, belki de Ece Ayhan´ın başından aşağı şarap
döken o kız benim kızımdır... Bunu bana yapmayı çok
isteği halde yapamadığı için ona yapmıştır... Çünkü
onu küçük yaşta hapse girerek babasız bıraktığım için
beni hiç affetmedi... Ama lütfen siz devam edin...
Bu olaydan birkaç gün sonra babam öldü. Önce Nilgün,
ardından babam... Nasıl bir rastlantıydı bu... Hayatta
en çok sevdiğim iki insanı peş peşe kaybetmiştim...
Bir gün eve gittiğimde annemi gözyaşları içinde
babamın elbiselerini fakirlere, ihtiyacı olanlara
dağıtmak için torbalara yerleştirdiğini gördüm.
Babamın bir ceketini istedim annemden... Ne
yapacaksın, diye sordu. Kim olduğunu sorma anne,
birine vereceğim sadece, dedim... Pekiyi, sen
bilirsin, deyip bir ceket uzattı bana, sonra da
babamın diğer elbiselerini katlayıp torbalara
doldurmaya devam etti... Babamın ceketini önce bir
temizleyiciye verip temizlettikten sonra Ece Ayhan´a
götürüp hediye ettim. O zaman Tarlabaşı´nda virane bir
evde kalıyordu... Zahmet etmişsin, ihtiyacım olduğunda
giyerim, dedi sadece... Aradan bir iki hafta geçti.
Bir gün annemle oturmuş konuşurken, biliyor musun dün
gece baban rüyama girdi, ceketini verdiğin adamı
sordu, söyle ona dedi, ceketimi verdiği adam çok iyi
bir insanmış, iyi bir şey yapmış, dedi... Sahi kime
verdin o ceketi, diye sordu annem... Tanımazsın anne,
sorma, diyerek gözyaşları içinde yanından ayrılıp öbür
odaya geçtim...İşte sizin söylediğiniz o görünmez
bağlar... O işaretler, o mucizeler...
Daha konuşacak ne vardı ki; neredeyse sabah oluyordu,
ama gözlerim kapanmak bilmiyordu... Kalkıp yanımdaki
adama son kez bakıyorum ve ona veda ederken şunu
soruyorum: Pekiyi, siz ne arıyorsunuz bu saatte, bu
bankta kimi neyi bekliyorsunuz? O dingin, o
gözyaşlarıyla biraz daha aydınlık bakan gözleriyle:
Kim bilir belki de sizi bekliyordum, diyor... Bana
hikayenizi anlatmanızı bekliyordum...


Cezmi Ersöz

Pazar, Mayıs 20, 2012

...


Alla 'sen Söyle Nedir Aşkın Aslı Astarı!


Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
Kimine göre bir kuş,
Kimi der, onun üstünde durur dünya,
Kimi der, kalp kuruş;
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
Mânalı mânalı baktı,
Karısı bir kızdı, bir kızdı, sormayın,
Aşkedecekti tokadı.

Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa,
Yoksa kandil çöreğine mi,
Hacıyağına mı benzer dersin kokusu,
Yoksa leylak çiçeğine mi?
Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
Andırır mı yoksa pufla yastıkları,
Keskin mi kenarı, yoksa yatar mı eline?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Tarih kitapları dokundurur geçer
Köşesinde kenarında,
Hele bir lâfı açılmaya görsün
Şirket vapurlarında;
Eksik olmaz gazetelerden, bilhassa
İntihar haberlerinde,
Mâniler düzmüşler gördüm üstüne
Telefon rehberlerinde.

Aç kurtlar gibi ulur mu dersin,
Bando gibi gümbürder mi yoksa,
Taklit edebilir misin istesen kemençede,
Ne dersin piyanoda çalınsa;
Çiftetelli gibi coşturur mu herkesi,
Yoksa ağıraksak bir hava mı?
İstediğin zaman kesilir mi sesi?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Bir hâl oldum çardakların altında
Onu araya araya,
Küçüksu'ya baktım, orada da yok,
Boşuna çıktım Çamlıca'ya;
Anlamadım gitti bülbülün şarkısını,
Bir acayip gülün lisanı da;
Benim bildiğim o kümeste değildi,
Ne de yatağın altında.

Aklına esince çıkarabilir mi dilini,
Başı döner mi asma salıncakta,
At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,
Usta mı düğüm atmakta,
Millet der, peygamber demez mi,
Para mevzuunda nedir efkârı,
Borç alır, borcunu ödemez mi?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleri
Kabil değil unutamazmış insan,
Yolunu gözlerim bacak kadardan beri
Ama o geçmedi bile yanımdan;
Merdiven dayadım otuz beşine,
Öğrenemedim gitti bir türlü,
Nemene mahlûktur bu düşerler peşine
Bunca insan geceli gündüzlü?

Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin
Burnumu karıştırırken tatlı tatlı,
Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?
Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!
Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,
Selâmı efendice mi, yoksa gider mi aşırı,
Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!
 
Wystan Hugh Auden 
Çeviri : Can Yücel

Şehriyarımın arşivinden

Pazartesi, Mayıs 14, 2012

NaPCam Ben? :))))))



of f .. off ..Seviyom Sevmiyo qißiyim ...
seviCem Sevemiyom ...
sevsem seviLMiyomm ...
sevilSem Sevmiyom.. NapCam ßen ? :))

Pazar, Mayıs 13, 2012

Şehrayin Şarkıları - 1

Nurullah Genç'in muhteşem dizeleri Mustafa Nazif'in objektifinden süzülmüş anların güzelliği ile bütünleşmiş bir temaşa sergiliyor gözlerimizin önünde...



Yorum ve Fotograflar : Mustafa Nazif

Şehrayin Şarkıları - 1


seni yaşamadan ölmeyeceğim
aşka özgü zakkum bahçelerinde
gene acılara kalıyorum ben
deniz ölesiye yakın ayaklarıma
ey ülkemin pusatsız kahramanları
erzurum garında, banklar üstünde
sükut-u hayale uğrayan kalbim
geceyi kavrayan parmaklarımla
bu hasret, bu hicran zelzelesinde
beni kurtarmaya gücünüz yetmez
çünkü mutsuzluğun mekteplerinde
ıstırap dersleri alıyorum ben

gittikçe yaklaşan bir afet gibi
intihar yanılgısıyla
yolar beni esarete çekiyor
şehrayin şarkıları söylüyorum içimden
şarkılar ki, hep aynı nakaratla bitiyor
sen bir garip delisin
gözleri perdelisin

erzurum garında, banklar üstünde
susuzluktan ağlayan bir güvercin
içime vuruyor kanatlarını
nağmelerin ateşinde parlayan
kuşlar bölük bölük hayatıma giriyor
bütün çığlıkları kuşanmış ölüm
dudaklarında siyanür
oysa bilmiyor ki, bu yolculuktan
yollar tükense de, dönmeyeceğim
seni yaşamadan ölmeyeceğim
o çin harikası bakışlarını
o pekin gözlerini
gözlerin ki, gece donanmasıdır
yoksul ve yabancı mısralarımın

bedenimde çıban çıban ağrılar
ben bu ağrılardan zevk alıyorum
ejder tepesinde bunalıyorum
bir yanda kum frıtınası
diğer yanda esrarengiz
karakalem çalışması bir deniz
rüzgarla, yağmurla ve yıldızlarla
başlamak üzere son ayinimiz

erzurum garında gece yarısı
bankların üstünde şimşekler konar
bazen bir yıldırım gezinir saçlarımda
bazen bir melek saatler boyu
yakama ölümsüz çiçekler takar
erzurum garında gece yarısı
hıçkırıklar boğazıma tıkanır
nemrut ateşiyle sabaha kadar
içimde binlerce ibrahim yanar

koltuğumda efsaneler kitabı
kafdağından nergis devşiriyorum
başını dayamış omuzlarıma
o eski, o yaşlı zümrüdüanka
ben bir çin şarhoşu samanyolunda
denizi tartışan bakışlarını
geçmişime asla gömmeyeceğim
seni yaşamadan ölmeyeceğim

perdeler kalkıp da sabah olunca
aldırma aras’ın öyle bulanık
öyle mahsun aktığına
palandöken yine sisli, aldırma
ben hem sise, hem çamura alıştım
senelerdir bu acıyla buluştum
mutluluk ne zaman çıksa karşıma
yalnızlık bir zindan, çöker başıma


Nurullah Genç

Cumartesi, Mayıs 12, 2012

Benzemez Şiir - Mustafa Nazif





benzemez şiir
I-
şu senin gözlerin var ya.
gibi'sinden hani;
en çok istanbula benzeyen,
yanların var ya hani:
tepe tepe kaybolan, yokuş
yukarı çıkan adımların var ya:
şehrin kalbine değil,
kalbimin şahdamarına basan,
sözlerin var ya; darmadağın
eden bir yokluğun:
var ya diyorum, hani en çok ve yine
istanbula benzeyen dalgaların var,
sert bir rüzgara karşı köpük köpük.
dingin gece vakitlerinde en çok; aşk
kokan yanların var diyorum.
bir vapur düdüğünde hasretler boğum boğum.
tesbih taneleri gibi peşisıra gelen.
çektikçe çekilesi bir hasretin.
hani diyorum ya; istanbul var en çok
sana benzeyen / ve
kendisinden başka,
hiç bir şeye benzemeyen...
 

-II-
nasıl bir serenaddır bu /ve/
       yokluğun neye benzer:
hangi enstrümanların eşliğidir bu.
yine kendisinden başka,
hiç bir şeye eşlik etmeyen.
âh, sensizlik; /ki/ en çok
kemana benzeyen sesi vardır:
'gözlerin' diyorken sana,
en çok sözlerin takılıyor aklıma.
hayır, hayır;
gözlerin midir dalgalara karışan / yoksa
kız kulesine nazır yaşlı gözlerim midir,
gözlerine karışan gözlerim...
 

-R-
kendisinden başka bir şeye benzemiyor bu şehir /ve/
sen bir istanbul olup gözlerimde,
benzemiyorsun kendinden başka hiç bir şeye...
adımlarımı soluyor bu şehir,
bastığım her yerde ayak izlerinle sen,
sert bir rüzgarda soluk soluk ciğerime doldurduğum,
istanbul gibi'sin...
bir vapur düdüğünde açıyorum gözlerimi:
bu şehrin koynunda nasıl uyunur biliyorum.
koynun sanıyorum;
istanbul yeditepe sen kokuyor...
 

-III-
istanbul; hayatı(mı)n bahanesidir,
içinde muhakkak aşk varsa...


mustafa nazif

15.mayıs.2007

Cuma, Mayıs 11, 2012

Şiraze Mektuplar - II

Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze?
Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini...
Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere
Ve yarık kaya’nın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece...
Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim...
Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara
ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına
beklediğimdin sen
sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin.
Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini,
bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini,
bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’
anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin.

Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu... Ve bir... ve iki... ve üç... ve dört Şiraze.
Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık.
Geç mi kaldık?
Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık?
Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık.
Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze.
Artık onları hiçkimse okuyamayacak, artık onları hiçkimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiçkimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak... ve bir sürü artık işte.
Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.

Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir!’ – ‘Aşk bir arayıştır!’ – ‘Aşk bir tutunuştur!’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır!’ – ‘Aşk bir yitiştir!’
Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişedeyim.
‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’
edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur
bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda
yapraklar ki, bahar kadar taze...

ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket
bir afet kadar afet...
o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze.
Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin
Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi
Ben seni denizlerde aradım, inci gibi
Ben seni türkülerde aradım...
Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım

Aşk belki, ağlamaktır...
Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir...
Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara,
bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara
Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir
Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir
Şiraze

Salı, Mayıs 08, 2012

Parça Tesirli Melodram


senin yaşın aşka tutmuyor hiç gelme
bükülmüş dudaklarına bükülmüş sözler büyük kaçar
on santim daha uzasan başın göğe çarpacak
göğsün diyordum göğsünden sözediyordum / sen
sen ölmeden beş dakika önce düştün
mandallarından savrulup uçan beyaz bir gömlek gibi
havada uçarken ölüp savrulan beyaz bir kelebek gibi
hay aksi dengesini kaybeden bir cambaz gibi
virajı alamayıp şarampole yurvarlanan arabalar gibi
aklıma ilk gelecek bir şey gibi
düştün
düşüşün bir rüyaydı
düşüşün yarım kalacak bir rüyaydı gecelerden bir gece
gecelerden bir gece aşkın üstüne yürüdün
delikanlı bir yanın vardır karanlıkta
şöyle sert, şöyle naif, şöyle öfkeli!
senin yaşın aşka tutmuyorum çocuğum, hiç gelme
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatırsa aşk diye anılır
senin mahallende aşk masallara giremez
masala giren aşk çıkamaz o mahallelerde!
masalların aşkına, benim aşkıma, Allah aşkına
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme
bana ayak bastığın gün
aşk herhangi bir gün olarak katılır haftaya
salı ile çarşamba arasında bir yere
aşk, her koşulda eğlenceli; aşk, istedi mi sereserpe!
yüzünde derin mi derin, kuşkulu, canavar bir gülümse
yırtarsın, kapatırsın, vurur deviremezsin
sevgilim
sen bu aşkta dolap çeviremezsin!
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatıyorsa aşk diye anılır!
yüzünde derin mi derin, kopkoyu, yapış yapış bir gülümseme

senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim
lütfen gelme!

Küçük İskender

Salı, Mayıs 01, 2012

vuslat demedim de vus’at dedim Şiraze

                          hiç vuslat demedim ben,

vuslat demedim de vus’at dedim Şiraze

kül kalsın istemediğimden belki geride, kıvılcımı ateşten daha çok sevdim.

alevleri hep bana sıçradı, oysa başlatan ben değildim yangınları.

ne kadar kaçtıysam o kadar kovalandım, ne kadar saklandıysam o kadar arandım.

yine de Şiraze gizlenebilecek tek bir mekân bulamadım.

harfleri havaya savurdum hangi mevsim aldırmadan

ne farkederdi kış olmuş ya da yaz... söz uçardı; uçar ve kaybolurdu, duyan unuturdu.

Karakum’da kavrulan Aral’da nasıl serinlerse, sözleri kalkan eyledim yangınlarıma Şiraze.

kul olmaya geldim mâdem, kul olayım istedim; âyetler birer ışık...

ya  yaşamalıydı insan  ya da ölmeli...

ikisini yanyana  ya da bir dengede  ya da bir kefede tutamadım

filozoflar kadar karmaşık ve mutsuzdum artık

yaraları saranlar birer ikişer yaralandılar, kaos dolandı sevinçlerimize.

halk ezgilerinde hep bir ağırlık, hep acîb bir yaşanmışlık

salt hüzün; türkü üzgün, ben üzgün...

bu yüzden her yazdığım hem pejmürde, hem süzgün.

ezgiler üzgün, biz Şiraze üzgün.

gitarın tellerine dokundu kadın, durdu zaman odada

saçlarında  yazılıydı kızıllık

Beyrut, denizde gölgesini dalgalandırıyordu

gitar sustu, kadını savaş susturdu

uzaktık...

masalcı son cümleyi verip çekildi sahneden

“bir; hem varmış, hem yokmuş” diye fısıldayanlar oldu

mum ışığında kuruldu devletler,

mum ışığında oldu devrimler,

mum ışığında üç beş adam çizdi kâğıda sınırları... 

şimdi hiçkimse dava adına verecek hiçbir şeye sahip değil.

mum ışığı anılarda, yemek masalarında, âyin salonlarında, anma törenlerinin bir köşesinde ve gökyüzünde salınan yıldızlara imrenen havuzların durgun sularında kaldı.

acılarını, kurum bağlamış sokakların duvarlarından aşırmadan, olduğu yerde bırakmayı deneyenler, çiçek toplayabilecekleri başka memleketlere gizlice kayıverdiler; artık saydam bir mutluluğun kıyısında gezinebilir, unutarak iyileşmeyi ümid edebilirlerdi.

                   üç ay...
 dağlardan sâhile indim, sâhilden dağlara seslendim
orada da  vardı palmiyeler  ve sıcak
                 üç ay...

  bulduğum her cümleyi okudum, her cümlede belki ben okundum

 ilânımdır benim, değilim artık kaçak

                 üç ay...
kendimle hâlleşip bütün silahları bıraktım

söz olsun İstanbul, yok savaşmak

            üç ay Şiraze...

Taş Köprü’den geçtim, duraksayarak

şem ile fem... 

şimdi meyvelerini yılların izlerken dallarında,

yok’ları değil de var’ları görmeyi öğreniyorum ben Şiraze...

Şiraze - Mektuplar 108

( Alıntı )