Perşembe, Ekim 10, 2013

İhtimaller Daha İyisi İçin Vardır...

Ve bazen gece yavaşken
Zavallı ve uysal iken
Kalplerimizi toparlarız ve gideriz
Kavrayışını kaybediyorsun ve sonra kayıyorsun
Başyapıtın içinde
İhtimaller daha iyisi için vardır
....


Cuma, Ağustos 30, 2013

Bayramımız kutlu olsun


Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil yazısı

30 Ağustos
Konstantin, Yunan kralıydı. Kayzer’in kızkardeşiyle evliydi.

Alman imparatorunun hem eniştesi, hem kuklasıydı. Kayzer ne derse onu yapardı, Kayzer izin vermezse tuvalete bile gidemezdi.

İngilizler baktı ki, bu kuklayla olmuyor, başka kukla buldular. Efendi gibi çekil, tahtını küçük oğlun Aleksandros’a bırak, yoksa hanedanı devirip Venizelos’u başa geçireceğiz dediler.

Konstantin tırstı.
Koltuğu kurtaramıyoruz, bari canımı kurtarayım dedi, kendisi gibi Alman yalakası olan büyük oğlunu yanına aldı, Almanya’ya sığındı.

Aleksandros hayırlı evlattı!
Babasını yolcu etti, tahta geçti.

Lay lay lom bi arkadaştı.
Babası ve abisi varken kral olma ihtimali bulunmadığı için, piyangodan kral olana kadar Yunanistan’a uğramıyor, Oxford’da okuduğu için İngiltere’de yaşıyor, tenis oynuyor, futbol maçlarına gidiyor, otomobil yarıştırıyor, motora biniyor, yelkene biniyor, para saçıyor, kızlarla gününü gün ediyordu.

Kafaya tacı taktılar.
İplerini Venizelos’a verdiler.

Venizelos, İngilizlerle işi bağlamıştı, “takıl bana, seni İzmir’de krallar gibi yaşatıcam” dedi, tuttu kolundan bu kazmayı, İzmir’i işgal ettirdi.Venizelos’un Anadolu’da gözü yoktu, acelesi de yoktu, gözü İstanbul’daydı. Osmanlı paketlendikten sonra, kurşun bile sıkmadan oturduğu İzmir’in ardından, İstanbul’un tapusunu alma niyetindeydi.

Bizim İngiliz kuklası padişah, Mustafa Kemal’e idam fermanı çıkardığında... Öbür kukla Aleksandros, sarayında, sevgili köpeği Fritz’le oynuyordu. 
Bi de maymunu vardı. Moritz.

Maymun Moritz, köpek Fritz’i kıskandı, saldırdı, araya kral girdi, ayırmaya çalıştı, maymun dolmuş iyice tabii, bu saatten sonra kralını tanımam dedi, krala da girişti, kralın yüzü gözü haşat oldu, kan revan... Maymun köpeği öldürdü, askerler de maymunu vurdu.

Ertesi sabah, kralın orası burası iltihaplandı, kan zehirlenmesi olmuştu, ateşi kırka yükseldi, cayır cayır yanıyordu, nane limon kaynatalım bi şeyciğin kalmaz dediler... İzmir’i işgal emrini veren kukla, bağıra bağıra öldü.

Sürgündeki Konstantin, maymuna dua ederek, eskisinden daha güçlü şekilde geri döndü, tahta oturdu. Venizelos bavulu topladı, İngiltere’ye sığındı. İngilizler mecburen üç maymunu oynadı, tahttan indirdikleri Konstantin’in tahta oturmasına ses çıkaramadı. Üstelik, dünya savaşı bitmişti. Almanlar ayvayı yemişti. Artık Konstantin’i de kendi çıkarları için maymuncuk olarak kullanabilirlerdi. Pek beğendiler bu fikirlerini... Şampanya patlattılar.

Gel gör ki, maymun sayesinde tahta dönen Konstantin, maymun iştahlıydı, masada paylaşımı beklemedi, kendini başkomutan ilan etti, mahvoluruz diyen subaylarını dinlemedi, kahraman edasıyla Anadolu’ya saldırdı.

Mustafa Kemal, işte bu ahmakça hamleyi bekliyordu. İzmir ve İstanbul’a yerleşmiş, durarak savunma yapacak olan işgal güçlerini söküp atmak elbette çok zordu. Ancak... Hiç tanımadıkları Ege coğrafyasına yayılan Yunan ordusunu salam gibi dilim dilim doğrayacağını biliyordu. Öyle yaptı.

30 Ağustos budur.

Önce durdurdu, sonra süvarileriyle aralarına girerek, birbirleriyle bağlarını kopardı, sırtı boşta kalan palikarya paniğe kapıldı, İzmir’e doğru kaçmaya başladı. Hoş gelişler ola... 
İttirdi, denize döktü.

Kukla mucidi Winston Churchill, şu tespiti yapmak zorunda kaldı: “Bir maymun çırmığı, İstanbul’u kaybetmemize ve 250 bin insanın ölümüne mal oldu!”
Siz siz olun...
Yurtta sulh cihanda sulh’un kıymetini bilin, “kukla”lara itibar etmeyin, aman diim, devlet katında “maymun” barındırmayın!

Cuma, Temmuz 26, 2013

Zamanı kullanmak



"Her sabah hesabınıza 86.400 TL yatıran bir banka düşünün. Gün boyu istediğiniz kadar parayı harcamakta veya harcamamakta serbestsiniz. Parayı istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz. Oyunun sadece tek bir koşulu var: harcamayı başaramadığınız meblağ ertesi güne devretmez, akşam hesabınızdan geri çekilir ve bu paranın hiçbir bölümünü ne sebeple olursa olsun saklayamazsınız. Bir önceki günün tutarının tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız ertesi sabah hesabınızda yine 86.400 TL bulacaksınız. Nasıl keyifli değil mi? Farkında olsanız da olmasanız da aslında hepimizin böyle bir bankası var. Adı ''ZAMAN" Her sabah 86.400 SANiYE hesabınıza yatıyor ve o gün daha fazlasını asla harcayamıyorsunuz. Kullanamadığınız kısım ise akıp gidiyor ve hesabınızdan siliniyor, hiç devretmiyor. Her gün size yeni bir hesap açılıyor,her akşam günün bakiyesi siliniyor. Eğer günlük hesabınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir, geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok.. Bugünü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız..."


Cumartesi, Temmuz 06, 2013

Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır



İki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya
atmış şöyle ki;

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan
güvenini artırır."


Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve
zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:


Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark
edemezler.


Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimin-dedir.


Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini
görüp anlamaktan da acizdirler.


Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz
insanlar, niteliksizliklerinin  farkına varmaya başlarlar.


Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test
yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin
“kendilerine güvenleri” müthişti.

 Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri;
hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine
inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise
“en alçak gönüllü” deneklerdi;
soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini
düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger
Sendromu'nun metni yazıldı:

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi,
kendini ve yaptıklarını övmekten,
her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip
olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! 

Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki
açıdan müthiş bir itici güç
oluşturur.

‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.

Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde
daha hızlı yükselirler…

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma
hayatında ‘fazla alçakgönüllü'  davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden  talip olmaz, kıymetlerinin
bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini
daha da geriye çekerler...

Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile
suçlanırlar..."
N'olur fazla mütevazi olmayın!...

"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu
satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de,
Nobel yerine Harvard
Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil

olmamalarıydı".
Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand
Russel'in bir sözüyle bitiriyorum:

“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların
küstahça kendilerinden emin 
olmalarıdır.”

Kaynak: Bunları Biliyor muydunuz

Perşembe, Mart 28, 2013

Koca Pişirme Sanatı

Kocaların çoğu pişirilme sürecinde yanlış işlem gördüklerinden yumuşaklıklarını ve iyi niyetlerini kaybederek bozulurlar. Gerçek odur ki bazı kadınlar onları sıcak suda haşlayarak, bazıları ilgisizlikleri ile dondurarak, bazıları da basıp, ezip turşusunu kurarak ve yine kimileri de savurganca harcayarak bozulmalarına neden olurlar.

Özenilerek hazırlanan her kocanın iyi ve yumuşak olacağı söylenemez. Ancak iyi pişirilenin de, gerçekten tadına doyum olmaz.

Koca seçiminde ne lüferin alımındaki gümüş pırıltısı, ne barbunyanın altın yaldız görünümü geçerlidir. Bunun için çarşı pazar dolaşmaya da gerek yoktur. Genellikle en iyileri kapınızın önüne gelenlerdir.

Beğeninin kişisel olduğunu düşünerek koca seçimini yalnızca kendiniz yapınız; sabırla pişiremiyecekseniz almaktan vazgeçiniz.

Kocayı pişirmek için en iyisi porselen bir kap ise de, elinizde toprak çanaktan başkası yoksa, özenle kullanıldığında aynı işi görebilir. Kocalar da karides ve istakoz gibi canlı canlı pişirilir. Bazen pişerken tencerenin dışına taşıp yanabilir ya da kenarları sertleşerek kabuk tutabilirler. Onları tencerelerinde tutmak için "görev duygusu" adlı zayıf iplikten çok, "huzur" adlı sağlam sicimle sıkı sıkıya bağlamalıdır.

Önce Sevgi, sıcaklık ve neşeden oluşan sürekli bir ateş yakılır. Koca, kişiliğine uygun bir ısıya ayarlanarak ateşe oturtulur. Köpürerek taşması halinde kaygılanmamalıdır. Pek çoğu iyice pişinceye kadar sık sık köpürebilir.

Özellikle sirke ve karabiber yerine tatlıcıların öpücük adı altında sattıkları şekerden biraz konulabilir. Tadına bakarken hoşgörü, iyimserlik ve neşe benzeri baharattan, birer tutam katmanız önerilir. Ancak bunlar diğer baharat gibi azar azar ve dikkatlice kullanılmalıdır.

Yumuşaklığını kontrol ederken sertleşmesinden kaçınılmalıdır. Fazla yayılmasını ve kabın dibine oturarak işe yaramaz hale gelmesini önlemek için arada bir hafifçe karıştırılmalıdır.

Kıvama geldiğini anlamamak olanaksızdır. Böyle pişirildiği zaman, size çok uygun ve sindirilmesi kolay olacaktır.

Dikkatsizlik nedeniyle ev ateşini soğutmazsanız, bozulmadan istediğiniz süre dayanır. Bu yolda hazırlanmış koca, mutlu bir ömür boyunca tadını korur.


(1800 yıllarında basılmış bir yemek kitabının ön sözünden alınmıştır.. .)

Pazar, Mart 17, 2013

Temel ve Fadime Yaylada :)))


Temel ve Fadime yaylaya çıkmışlar . Akşam olunca açık havada yatmışlar ama sivrisinekler bunları uyutmamış bunlarda çareyi yorganın altına saklanmakta bulmuşlar. Bir süre sonra bunların yanına ateş böcekleri de gelmiş Temel ve Fadime başları yorganın içinde yatarlarken Temel bi ara başını dışarı çıkarıp ateş böceklerini görünce hemen kafasını yorganın içine sokmuş ve Fadime'yi dürtmüş :
---ula Fadime ! sivrisinekler ellerinde fenerle bizi ariler :) ))))

Perşembe, Mart 07, 2013

Aşk Hastası



Son yıllarda izlediğim en muhteşem oyun. Şiddetle tavsiye ediyorum
 bu temaşa kaçmaz dostlar.

"Bir şulesi var ki şem i canın 
Fanusuna sığmaz asumanın"


Kenan Işık'ın yazdığı muhteşem eser müthiş bir görsellikle süslenerek bizlere sunulmuş. Özellikle Şeyh Galib' i  okuyan herkesin çok daha farklı etkileneceği şüphesiz.

"Kalbim nerede?" diyor beyazlar içinde bir genç kadın. Umursamaz sevgilisi önce dalgaya alıyor. Adamın dehşete kapıldığı anda ise kalbinin yerini soran kadın, doğru noktayı bulup yaşamını nihayete erdiriyor. Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı "Aşk Hastası", Batı'ya özenen ve kendi değerlerini hiçe sayan bir oyuncunun önce şair Galib'e sonra Hüsnü Aşk'taki Aşk'a, sonra Şeyh Galib'e dönüşünü ve kalp yolculuğunu şaşırtıcı bir kurguyla seyircinin kalbine taşıyor."


Ankara Devlet Tiyatrosu Kenan Işık’ın Şeyh Galip’in (1757-1798) Hüsn-ü Aşk adlı yapıtından yola çıkarak yazdığı Aşk Hastası adlı oyunu sahnelemeye devam ediyor.
Divan edebiyatı şairlerinden Galip, tasavvuf düşüncesinden beslenerek sembolist şiirler yazarak genç yaşında kendinden söz ettiren yetnekli ve zeki bir gençtir. Galip 24 yaşında, dönemin padişahı 3. Selim tarafından Galata Mevlevihanesi şeyhliğine atanır. Dönemin siyasal ve toplumsal sorunlarına da kafa yoran çok yönlü, duyarlı bir şair olan Şeyh Galip’in yazdığı Hüsn-ü Aşk divanı 18. yüzyıl divan şiirinin temel taşlarından biri olarak kabul edilir.

Kenan Işık’ın aynı zamanda yönetmenliğini de yaptığı Aşk Hastası’nın dekor tasarımı Hakan Dündar’a, ışık düzenlemesi Kerem Çetinel’e, besteler Yücel Arzen’e koreografi ise Burçak Işımer’e ait.

Kenan Işık bu metin üzerinden oyun içinde oyun biçiminde kurguladığı Aşk Hastası’nda günümüzde batılı yazarların oyunlarında oynamak isteyen genç bir oyuncunun divan edebiyatı şairini anlatan bir oyunda oynamak istemez ve kendi kendine tiyatroya ve provalara sitemde bulunur. Ancak oyuncunun kız arkadaşı provalar sırasında intihar etmiştir, oyuncu Şeyh Galip’in anlatıldığı oyunda da aynı bir olayla karşılaşır ve mistik bir duyguya kapılarak oyunu kendi kendine sahnede canlandırmaya başlar.

Aşk Hastası’nda Kenan Işık bir yanıyla günümüz sanat anlayışına batı hayranlığına inceden bir eleştiri getirirken aynı zaman da Şeyh Galip’in hayatı üzerinden dönemin toplumsal ve siyasal olaylarına da değinerek günümüz siyasal erkinin yönetim biçimini, savurganlığını da dolaylı bir biçimde tenkit eder.

Galata Mevlevi hanesine atanan Şeyh Galip’i ziyaret eden padişah 3. Selim’in Osmanlı devlet ve asker yapısından, askeri gücünün dağınık ve zayıflığından ve daha önemlisi de batıdaki gelişmelere karşı hazırlıksız olan yönetim yapısından şikayet ettiği bölüm ilginç ve dikkat çekici. Kenan Işık oyununda kadar Şeyh Galip’in hayatını anlatırken hem onun, inanç biçimini, düşünsel derinliğini, sanat ve şiir hakkında düşüncelerini, şiirdeki yeteneğini ve sosyal ve siyasal olaylara yaklaşım ve yorumunu bütünlüklü olarak ele alarak objektif bir yaklaşımla yaşanan dönemi sahneye taşıyor.

Yönetmen Kenan Işık yorumuyla öncelikle oyunun düşünsel derinliği ile görsel olanı özenle dengeleyerek, abartısız ve ölçülü oyunsu bir gösteri ortaya koyuyor. Oyunun sahne yorumunda farklı bir anlatım denemesi gerçekleştiriyor. Boş bir sahne de başlayan oyunda dönemin olay ve ilişkileri mekansal olarak soyutlanarak veriliyor. Sahne de projeksiyon kullanılarak anlatım zenginleştiriliyor ve etkileyici görsel bir atmosfer yaratılıyor. Özellikle Burçak Işımer’in dans düzeni ve müzikler görsel anlatımın başat unsuru olarak öne çıkıyor. Oyunda bu günü ve geçmişi yansılayan oyunculardan özellikle Oyuncu ve Şeyh Galip’i yorumlayan Kutay Sungar ve 3. Selim’i yansılayan Buğra Koçtepe oyunculukları ile göz dolduruyor. Sungar, sesi ve tavrı ile inandırıcı bir oyunculukla seyirci karşısına çıkıyor. 2. Oyuncu, ressam ve 3. şairde izlediğimiz Eren Omay her bir figürü duygu ve tavır olarak zekice ayrıştıran oyunculuğu ile dikkat çekiyor. Rejisör ve Sufi rolleri ile izlediğimiz deneyimli oyuncu Murat Çıdamlı ayrıntıları vurgulayan, titiz ve abartısız oyunculuğu ile anlatımın önemli bir figürü olarak öne çıkıyor. Diğer rollerde izlediğimiz Ebru Uysal Sungar, Ergin Özdemir, Özgür Cengiz, Müjde Hayat, Kübra Erdem, Sibel Çelikoğlu Savaş Tamer ve Can Albayrak oyunculukları ile Aşk Hastası’nın sahne yorumunda anlatımı güçlendiren performansları ile metne özel bir katkı sunuyorlar.

Metin Boran

Hadi Gel Balığa Çıkalım- Ercan Gökhan Çağıran


Çok güzel bir şarkı ve çok güzel bir yorum daha ne olsun.
Kutluyorum sizi 

Çarşamba, Şubat 27, 2013

Duyuru - Esintili Saatler

Radyomuz artık 24 saat aktif dostlar. Listelerim aralıklarla değişerek sunulacaktır,  bilgilerinize :)   
Şarkılı bir masaldır yaşamak dedik çıktık yola, zaman zaman yaptığımız canlı yayınlarla sizlerle olduk. Elbette canlı yayınlarımız yine aralıklarla da olsa  yapılacak, zamanı sizlere ayrıca duyuracağım. Umarım seçtiğim parçaları beğenirsiniz . En yakın zamanda canlı canlı buluşmak dileğiyle :)))

Linke buradan veya en üstten Radyo sekmesine tıklayarak ulaşa bilirsiniz.

Pazar, Şubat 03, 2013

Kahve Falınıza bakalım

Falcı geldi haımmmm! 

Ah biz kadınlar bazı eğlencelerimizden asla taviz vermeyiz. Fal bizler için eğlence ama bu kadarına da pes doğrusu:) Gerçekten sanal sanal  fal bakılıyor :) 
Aşağıdaki linke tıklayıp başlıyoruz.  
Seçimimi sıra ile resimledim Önce adrese gidiyoruz ve içeceğiniz kahve türünü seçin


Sonra şeker seçiminizi yapın 


Bir dilek tutun 


 Ve falınıza bakılsın :))) 





Çarşamba, Ocak 30, 2013

Ey ten kafesinde kendini açığa vuranım...

 
Senin olanın yokluğu ateş gibi yaktımı hiç seni?
Önce alevlendi de yaktı kavurdu mu tüm vücudunu?
Yaman bir kora dönüştü mü o kor alev dağladı mı yüreğini?
Soğudu mu, soğudu da bembeyaz bir alave döndü mü?
Sevgilim, ey yokluğunla canımı alanım...  
Senin aksindir tüm hakikat, akisini gördüm.
Gülün kokusunu aldım, çağrını işittim.
Sen gönlüme fısıldadın.
 Dedin ki: Ey sevgilim aşk aşk derim erimek isterim.
İki değil bir olmaktır derdim.
Ey sevgilim...
Ey ten kafesinde kendini açığa vuranım...
Sana kavuşmaktır tek arzum....

Hatice Sultan*** İbrahim Paşa için

Cuma, Ocak 25, 2013

En iyisi ben sana bir şiir ısmarlayayım






Gel desem, bu akşam, bir kahve ısmarlayayım sana. 

Bir fincan kahve; 

Cezvesinde kaynamış hatıralar, köpüklerinde sevgi parlayan, fincanında dostluk ile telve, 

Bir yorgunluk kahvesi. 

En iyisi ben sana bir şiir ısmarlayayım, 

Yanında da bir fincan acı kahve...




Mutlu muyum



Mutluluğumuza dedi yüreğim 
Sevda kadehini kaldırıp
Mutlu muyuz diye soracak oldum
Soramadım 
Yüreğim mutluysa bende mutluyum diye düşündüm. 



Birer yudum içtik iksirden
Birer yudum daha
Sonra bir kadeh daha, bir tane daha...



Dört ay dedi yüreğim
Ayrı geçirdiğimiz dört ay...
Ne kadar da anlamsız şeyler yaşamışız değil mi



Hayır hiç de anlamsız değildi
Diyecek gibi oldum
Diyemedim.



Geri kalan ömrümüzden 
Bir tek anı bile ayrı geçirmemeye dedim
Kadehi kaldırırken…



Üç büyük içtik bir küçük iksirden 
Ve şişe hala doluydu ilk açıldığı gibi



Dile gelmek bu kadar zor mu gelecekti…



((Çok şey yaşadım yüreğim
Tahmin edemediğin kadar bir üzgünlükle))



İlk ay bir kamyon çarptı düşlerime
Darmadağın etti
Sonra topladım düşlerimi
Ayağa kalktık onlarla
Yürümeye devam ettik…



İkinci ay yedi ceddine sövdüm gecenin
Yıldızlara astılar beni yarasalar
Kopardım ipleri
Kanatlanıp uçtum…



Üçüncü ay çok canım yandı yokluğuna
Her yer sen kokuyordun
Şehvetli gecelerimiz tüterken burnumda
Bakire bir fahişenin kollarındaydım
Sen diye sevdim onu
O parayı... 
Hızla uzaklaşarak kaçtım…



Son ay cinayet işledim
Cinayetler işledim
Önce denizi vurdum
Gazyağıyla yaktım
Sonra bir çocuk öldürdüm
Mavi bir çocuk
Saçları gözleri düşleri mavi bir çocuk 
Bunca yıldır içimde taşıdığım... 
En çok da ona üzüldüm
Diyecek oldum 
Diyemedim.



Hiç dedim
Hiçbir şey yapmadım
Kapılarım pencerelerim kördü 
Ben de kördüm
Sadece karanlığı görebiliyordum sonsuz 
Bir ucunda kör bir ucunda laldım
Ortasında şaşkın benliğim... 
Bir köşesini yırttım karanlığın
Benliğimi bırakıp ortada
Kaçtım o delikten diyecek oldum
Diyemedim…



Hiç dedim
Uyudum dört ay boyunca
Düşler gördüm uykularımda
Hepsinde sen vardın
Güzeldin çok güzeldin
Oysa ben çirkin bir çıplaktım
Sırtımı 
Yanından uzaklaşarak kaçtığım fahişenin kokusu sarmıştı
Aslında sarmamış tenime sinmişti
Diyecek oldum
Diyemedim…



Ayağa kalktım 
Yüreğimi avuçladım 
Ve göğsümden yükselen göğe fırlattım…
Dökülen gökyüzü bütün üryanlığımı örttü…



A.KOLU


Salı, Ocak 15, 2013

Her insan huzur verir ...


 
 
    Üzülme sen bebeğim, oyyyy severim seni:))))
 
 
Boşver aldırma sen:) Tarih tekrarı sever :)