Perşembe, Kasım 24, 2011

Bahçıvan



Bahçede ki tomurcuk güller, açmak üzere,
Mis kokulu bir sağnak ,
Hayata düşmek üzere…
Bahçıvan değişse de
Onlar yine açacaklar tüm haşmetleri ile
 
Ellerimize geldiklerinde
Birer küçük fidandılar
O küçük ellere kalemi kullanmasını
O küçük yüreklere dostluğu, arkadaşlığı,
Birazcık ilgi ile hoş görüyü,
Anlayışla sabrı
Ölçülü bir nezaketi
Hayata toleranslı bakabilmeyi
Bir tutam sevgi ile bilgiyi
Öğrenmenin gerekliliğini
Aşıladık senelerdir.
Gün be gün bu değerlerle büyüttük fidanlarımızı
Onlara verdiğimiz destekle
Dimdik, dosdoğru büyümenin erdemini kavradılar
Bakın şimdi nasılda domur domur güller verdiler bizlere
Bu muhteşem görüntü kökleri sağlam fidanların
Hayata merhaba deyişidir.
Artık bu bahçenin bahçıvanı olmasak ta
Yetiştirdiğimiz gülleri görüp gurur duyma zamanıdır.
Yediverenler gibi açıp başarıdan başarıya koşmalarıdır dileğimiz
Zorluklara göğüs gerip dimdik yürümelerini isteriz.
Sevgi ile büyüttük biz onları
Sarmaşık güller gibi dört bir yana
Hep o sevgi ile büyüyeceklerini biliriz…

Uzakta gibi görün sekte
Gözlerinizi her kapattığınızda
Yanı başınızda olacağız
Tüm sevgimizle sizi kucaklayıp
Her zaman ki gibi sizlerle gurur duyacağız.

Gün olur belki hayat gailesi içinde bizleri unutursunuz
İşte o gün geldiğinde bu anı hatırlamanız dileği ile …


Esin Dinçelli



Yüreğimin Öğretmeni



Nazlıcan’a ithaf


zil çaldı, ben çaldım, başladı ilk bakıştan aşk
hiç bilmediğim hep yazıldığın hoşluğun defteriydin
dinmez, bitmez, anlatılmaz sağanak gibi sırılsıklamdım
esrik acının silgisiyle sildim bahtımın aşk yazılarını



gülüşüne metelik atan sensizliğin tembel öğrencisiydim
yalnız gözlerinin kitabını okurdum
yalnız sözlerinin yazılısına çalışırdım
yalnız hayalinin dersine katılırdım
yalnız sensizliğe ödevdim


tanıdık ve haylazdı acılarım
hüznün giyotin ağzında kesilirdim bir gün dönüşüne
zamansız bekleyişlerin sellerine katılıp giderdim kendimden
gizli bir yaraydın pafta pafta büyüyordun atlasımda
bir aşk, bir aşkın haritasında sahipsiz şehir rengindeydi
bir aşk, sen renginde ela gözlerine tarih
bir aşk, senin sözlerinde senfonik talih


Üşütüyor gidişin yeniden gelişini
kan revan hatıralar kanıyor sol yanımda
meğer vedanın ziliymiş son sözün
korsan bir dersmiş senden başkasını sevmek
kayıp özlemlerin medeniyetiymiş sensizlik


silinmez bir hal sarıyor bekleyiş sahnesinde
perdesi açılıyor bensizlik ve sensizlik baş rolde


zil çalıyor, ben çalıyor, aşkın dersi başlıyor
gönlümün öğretmeni sen yok
boş dersleri seven bir öğrenci gibiyim
hoş senleri seven bir mecnun gibiyim
başka bir dersin sevdasını beklercesine değil
aynalar şehrinden salına salına gelişini bekliyorum
çünkü bir kadın ektim sevda kitabımda
sayfa sen ile sayfa hep sen arasında ödevim
haydi gel incele yüreğimin yaptığı ödevi
haydi imzanı at, ilk bakışın, ilk sarılışın gibi
haydi yüreğimin öğretmeni
beni bana öğret,


sen gideli ben yabancı, ben bilinmez, ben anlatılmaz
senden başkasına bu cahile üç beş kelam öğret
senden ve aşktan olsun
haydi, bahtının tahtasına kaldır beni
önce sil damlalarımı
önce ilk sarıldığın gibi sarıl
önce ilk baktığın gibi bak
önce ilk ağladığın gibi ağla
sonra sıfır versen bile umurumda değil
sonra damla ünlem benzerliğinde susup
ağlamayı aşka, beni bana öğret
Haydi, mahşerine geldim, beni benle bitir gayrı
Haydi, sevda ocağına geldim, beni senle pişir gayrı
Haydi, damlalarına geldim, sevda denizine dönüştür gayrı
Haydi, seni öğrenmeye geldim, sevmeyi yeniden öğret gayrı
Haydi, talihine ömür olmaya geldim, bende kalmayı kendine öğret gayrı


Hayrettin Taylan

Salı, Kasım 22, 2011

Niyet etmek!




“Aşk namaz kılmaya benzer;
Niyet ettikten sonra etrafa bakılmaz." 
Elif Şafak


Niyet etmek…

Dünya ne kadar da küçük …

Bir zamanlar gözünüzün görmediği, hani kör olduğunuz o anlarda belki de görmek istemediğiniz şeyler, zamanı gelince bir vesile ile gözünüzün önüne serili verir eğrisiyle doğrusuyla; eski bir duvardan sıvaları ile birlikte düşen tuğlalar gibi pat diye düşüverir önünüze. İnsanlar kendilerini dünyanın en akıllı kişisi olarak gördüğü sürece, yok yok daha doğru bir ifade ile sizi anlamaz, görmez, bilemez kısacası aptal yerine koydukları sürece kendilerini bu rezil duruma düşürür durular. Vah onlara ki durumun rezilliğinin bile farkında değiller.

Her yalanı sineye çeker ve sadece bir zamanlar sevdiğiniz için hoş görü size ağır gelmez. Bir şans bir şans daha, belki bu defa düzelir umudu hep havada kalmaya mahkûm ve her defasında üzülen tek bir kişi vardır. Her şeyi görmesine rağmen, sevgisi her şeyin önünde perde olur sabreder bekler.

Artık anlaşılamadığını anlayınca derin bir suskunluk çaresizliğini içinde taşıyan bir isyan… Oysa karşı tarafın umurunda bile değildir sizin ne çektiğiniz öylesi bencil, öyle egoisttir ki hep almak çabasıdır içgüdülerinin getirisi.

Etraf ta oynayacak arkadaş kalmayınca, çıkarır cebindeki misketlerini, ovar parlatır onlarla oynamaktır niyeti ama bir şeyi hesaba katamaz; zaman aşımına uğramıştır misketler, camları çizik içindedir zamanında ilgilenmediği için içindeki renkler bile solmuştur, oraya buraya vurup hor kullanılmış kırık dökük misketlerdir artık onlar. Bir vuruşta darmadağın olabileceklerinin farkındadırlar da,  birde O fark edebilse… Onun için cansız cam parçalarıdır sadece ne hissedebilirler ki … Öylesine bir oyuncak işte  

Yenileri de var bak pırıl pırıl çizik yok renkler ışıl ışıl…
Söylemeye ne hacet zaten fıldır fıldır gözler mübarek J

İşin aslı böyle değildir elbette bu sadece benzetme laf olsun aklıma geliverdi işte J

Almak için döner, vermeyi aklına bile getirmez. Fütursuzca. Ben der, sen nicesin demez.

Sen nicesin söyle bana.
Sen vermekten bıkmış, usanmış, sıkılmış.

Bağcı üzüm hasadından sonra şarap yapmaya niyetlenmiş amma onların kaliteli bir şarap olması için ne yapmış? Bu ihmale dayanamayan üzümlerin söz hakkı yok mu yani  J Yandaki bağcı daha iyi bakıyor üzümlere J Ne olacak şimdi?  Biri şarabı yudumlarken diğeri sirkeyi şarap niyetine içmeye çalışır. Suç kim de ?

Yaşasın isyankâr üzümler bağ aynı salkım aynı şarap olana dünya daha tatlı J

Kıssadan hisse:

Hey bağcı namaza niyetlendiysen sağa sola bakma!


Geç bunları anam babam geç bunları…  :)

Bu gün sevdiğiniz için ne yaptınız?



Esinti

Perşembe, Kasım 17, 2011

Kasım da Ankara


hayal hiç ölçülmez, ne boyu ne de eni
kaya kürür, gönül yakar hep, koru benim
hayata seninle dayanırım her nefes diken
diken ne derttir gülüm, canın sağ olsun da senin
aşkın yok nispeti, bir anda bağlanır kısmetin
her düğüm çözülür, çek hasreti


havadaki kasvet birazcık benden
karadaki ben değil, havadaki bazen
uçan bir kuş, bazen kaybolan bir kumum
koskoca alemde yalnız bir kulum
kol kola gezmek her can ile suç mu
tamam o zaman, benim bu alemde en suçlu



baktım göğe masmavi, bastığım yer hâki
gördüğüm diyar çok, görmediğimse gani gani
nefes alıp veren bu can da çaresiz kalınca
özlemim büyük, yolum uzun, ben de bir karınca


yanan gönül akan suda, o yolun en sonunda
dostum bende solur, eğer dostum benle kalırsa
dostun senle yaşar, dostun eğer senle ölürse
bir çiçek olup açar belki tekrardan doğunca



her açan senin gülün, her günse benim günüm
gözyaşı insan külüyse, her yakan insan sözü

kıvılcım sözün özüyse, ayrılık yakar gözü

tek gören gönül gözüyse, kelamım gönül sözüm

 Mercan Dede

Pazartesi, Kasım 14, 2011

Sus Dilim!



sus dilim!

kanatma dudağı daha fazla, yaralanma.. kayıplar töreninden geçiyoruz.. alkışsız yürüyüşler ayağımızda.. şiir uzun yola çıktı, sevilen kırgın ve sessiz.. bitirdim diyor, bizde nelerin başladığını bilmeden.. sus dilim, herkes susarken konuşmak acıtıyor değerleri!

işte bir şarkı daha yanaştı gözyaşına.. bir gece daha yalnız ve uykusuz.. bir ayrılık daha kapıda, eli kolu dolu, güler yüzlü, duygusuz.. bir tek vedalar seviyor bizi, çok seviyor hem de, terk etmiyor.. onlarla yaşamaya alıştığımız için belki de.. bak işte, bir kadeh daha boşalıyor, devriliyor şişeler, anason kokulu ve zil zurna umutsuz..

ah dilim!

ben sana seviyorum deme demiştim..

gidelim ne olur, kalmayı beceremiyoruz işte.. nedendir bu ısrar ve inat.. kalk gidelim, biz gitmeyi biliyoruz, çok güzel biliyoruz, en güzel biliyoruz.. yürü gidelim, kalınca dağlanıyoruz, üstümüze yapışıyor bize ait olmayan suskunluklar.. duyuyor musun dilim, davran gidelim.. kalmayı istesek de, tek taraflı istekler doyurmuyor yüreği.. hadi diyorum sana, gidelim.. topla ucunda biriken sevgileri, yalnızlığı, sarılmaları.. neyi bekliyorsun, herkes kal diyemeyecek kadar meşgul, acelesi var öpüşmelerin.. seven affeder, diyorsun, demek ki sevilmemişiz.. yürüsene dilim..

of dilim!

nereye gideceğiz?

elde avuçta kalan sevgiyi şiirlere ayırdım.. hüznüm uyandırdı bu sabah, alnımdan öptü.. demli bir yalnızlıkla karşıladım günü.. telefonuma baktım, ne mesaj ne de cevapsız arama.. süs eşyası olarak büfeye kaldırdım.. geceyi benimle geçiren bir şarkının dudaklarına asıldım, kanattım.. içimde incinmiş bir çocuk, boş gözlerle bakıyor etrafına.. hatasını kabullenen bir yürek daha kaç zaman yaşayabilir sessizlik içinde? .. ve hatalar insanlara mahsusken, çocuklar neden cezalandırılır sadece sevgi bekleyen yüreklerin gözünde? ...

aman dilim!

bir daha hiç konuşmasan diyorum..

şehir suskun ve mavi.. sokakların telaşı insanların yüzüne vurmuş.. ne çok insan var, ne çok yalnızlık, ne çok yetişmeme korkusu, ne çok acı.. hiçbir şeye inanmıyoruz artık.. inançları zedelenen ne çok insan var.. en ufak bir hatada, silip atıyoruz değer verdiklerimizi.. paylaşılan onca zaman ve sevgi bile görünmez oluyor.. sevgi, artık tek başına birleştiremiyor ayrılan elleri.. şehir.. suskun ve mavi.. her şeye rağmen sevgiden korkma diyor.. şehirler acımızı hisseder gibi kollamaya çalışıyor..

ay dilim!

acıyor..


Pelin Onay

Cumartesi, Kasım 12, 2011

Sen meni sev, men seni sevim



Sen meni sev, men seni sevim
Sen menin için yan
Men seni severah yanim dutuşim
Glasik eşk neyse onu yaşiyah

Ya da sevme haberin olmasın
Men sana sevdalanıp dolaşim
Platonik eşk neyse onu yaşiyah

Sevdada oturah, yiyah içah
Elele olah, gan kusah
Tombilik eşk neyse onu yaşiyah

İstersen sevdandan kendimi kesim
Saımı solumu doğriyim biçim
Psikopatik eşk neyse onu yaşiyah

Eyle sevah ki gara sevda olah
Araplara benziyeh gapgara olah
Gara eşk neyse onu yaşiyah

Yalan söylemiyah, hep dogru diyah
Beraber oturah beraber yiyah
Realist eşk neyse onu yaşiyah

Birbirimize türkü söyliyah,mizildiyah
Elele tarlalarda, bostanlarda gezah
Romantik eşk neyse onu yaşiyah

Kediyi, gudiği sen diye sevim
Sen de horozi, guliği men diye sev
Sembolik eşk neyse onu yaşiyah

Gel elele tutuşip kendimizi elehtriğa verah
Zangir zangir titriyah, ölmiyah
Elektronik eşk neyse onu yaşiyah

Ahırlarda, komlarda buluşah
Tezek agalahlarının dibinde oturah
Otantik eşk neyse onu yaşiyah


Alıntı

Azerbeycan Maceraları

BİR ACEMİNİN AZERBAYCAN MACERALARI

Azerbaycan'ın adını işyerinde telaffuz etmeye başladığımızda yani 1992-1993 yıllarında, orası bizim için kapalı bir kutuydu. Azerbaycan, çok çok eski olan Rus cihazlarından oluşan haberleşme ağını yenilemeye, köylerine, kasabalarına telefon hizmeti götürmeye çalışıyordu. Tabii dünyaya pencerelerini açtıktan sonra da ilk iş olarak; dil, kültür, din birliği olan kardeş ülke Türkiye'den yardım istemişlerdi. Bizler de Türkiye'nin en önemli iki telekomünikasyon şirketinden biri olarak güzel projeler yapmak için kolları sıvadık.

İlk defa Direktörümüzün Azerbaycan ile telefon konuşmasına şahit olduğumda şok oldum. Konuştuğu kişi dönemin Haberleşme Bakan Yardımcısıydı ve bizim patron, hiçbir samimiyeti olmamasına rağmen "sen" diye hitap ediyordu. Azericede "siz" kavramı yoktu. Görüştüğünüz kişi Bakan da olsa "sen" diye konuşabiliyordunuz. Birinci dersimizi aldık.

Karşılıklı görüşmeler için Bakü' ye gittik. Havaalanında dakika bir, gol bir hatamı yaptım. Üniformalı birini göstererek, Azericede benden daha tecrübeli bir arkadaşıma "bu adam subay mı?" diye sordum. Arkadaş: "sus, adamı peşimize mi takacaksın, burada subay bekar demek" dedi. Bizdeki "subay" ne demek söylemedi.

Bizi karşılayan Azeri arkadaş, arabaya binerken kendisinin dalda (arkada) gideceğini benim de kabağa (öne) oturmamı söyledi. Otelin önüne gelince şoför; "abla sen burada düş, ben arabayı saklayıp gelirim" dedi. Yani ben ineceğim, o da park edip gelecek. Sonra düşmenin inmek yerine her yerde kullanıldığını "merdiveni boş ver, gel asansörle düşelim" dediklerinde daha iyi kavradım. Ama bunu bilmeyen arkadaşlarımız Azerbaycan Havayolları ile yaptıkları bir uçuş sonunda, Bakü' ye beş dakika içinde düşecekleri anonsu ile hayatlarını film şeridi gibi bir-iki saniye izleme fırsatını bulmuşlar. Bir diğerimiz de Bakü' ye telefon edip montaj ekibimizin varıp varmadığını öğrenmek istemiş, telefondaki Azeri: "uçak Bakü üzerinde fırlandı, fırlandı, Sumqayit' e düştü" demesiyle feryat figan ortalığı birbirine katmıştı. Anladık ki uçak Bakü' ye inememiş, bir iki tur atıp, başka bir şehre inmiş.

Azeriler çok misafirperver, herhangi bir ikramı reddetmek çok ayıp. Sizi ağırlamak için paralanıyorlar. Altı saat boyunca yemek yenilebiliyor. Bizi o dönemin gözde bir lokantasına götürdüler. Adı Gülistan. Oradan buradan konuşulurken, çok değerli bir şairlerinin başka bir ülkede rahmetli olduğunu ve sümüklerini Bakü'ye getirmeye çalıştıklarını söylediler. Biz yine anlamsız anlamsız bakınca, sümüğün kemik anlamına geldiği ve Türkçe sümüğün karşılığının da "burun suyu" olduğu anlaşıldı. Sonra bana sümüklü et (pirzola) sipariş edildi. Şu anda Bakü'deki Migros yani ???????? Store un camlarında "sümüklü et şu kadar, sümüksüz et bu kadar" ilanlarını görmek mümkün. Bu arada garson yanımıza yaklaştı ve yan masadaki adamların arkadaşımızı Sefer Bey'e okşattıklarını söyledi. Tabii okşanmaya maruz kalmış arkadaş da kolay kolay okşanacak bir tip değil. Bıyıklı ve iri cüsseli olan arkadaşımız acayip bozulup, "kim okşatmış beni, bu da ne demek" şeklinde horozlandı. Okşatmanın - benzetmek olduğunu zar zor anlayarak rahatladık. Rus kızların dansları ve "Ada Vapuru Yandan Çarklı" şarkısı eşliğinde yemeğimizi bitirdik. Ertesi gün seherde bizi otelin kabağından aparacaklarını söylediler. Yani sabah, otelin önünden alınacaktık.

Sezen Aksu, İbrahim Tatlıses acayip rağbet görüyordu. Bir de o zamanlar Cuma akşamları TRT'de yayınlanan "Bir Başka Gece" programı çok seviliyordu. Hatta Cuma gecelerine denk gelen düğünlere "Bir Başka Gece" programı süresince ara veriliyor, düğün ahalisi TV salonuna geçerek hep birlikte programı seyrediyordu. Sonra düğüne bırakılan yerden devam ediliyordu. Daha da enteresanı önemli bir iş toplantısının ortasında üst-makamın ofisinin (genelde her ofiste irice bir TV var) kapısı tık tık çalınıyor, departmandaki sekreterler sessizce kenara diziliyor ve sabah saatlerinde verilen Brezilya dizisi hep birlikte seyrediliyordu. Tabii bizim toplantı devam ediyordu etmesine ama Azeri yöneticisinin gözleri de sık sık televizyona kayıyordu. En zevklisi Azerbaycan-Türkiye futbol maçını Azeri televizyonundan, Azeri spikerin anlatımıyla seyretmek: Türk Milli Yığma Komandoları. Türkiye Milli Takımı anlamında. "Türk kapıcısı (kaleci) topu gapı aralığından depti, yirmibirinci dakka olmasına rağmen maç heç heç (0-0) devam etmekte" gibi sevimli cümlelere rastlıyorsunuz. Ya da bir Amerikan filmini Azeri dublaj ile seyretme şansını yakaladıysanız Robert Redford'un "men yahsiyem, istemirem. Sen nicesin?" şeklinde konuşmasına gülmekten kırılıyorsunuz. (Bu arada Arap ülkelerinden birinde iş için bulunan arkadaşım bir filmde: R. Hudson'a barmenin ne içeceğini sorduğunu ve onun da elhamdüllah oruçluyam dediğini söyledi. İnanamadım, yazmış da olabilir). Bu arada bizler de onları Türkiye'ye davet ettik. Hatta bir yöneticinin eşi rahatsızlandı ve doktora götürmek görevi bana düştü. Amerikan Hastanesi'nden randevu aldık. Kadın; "oynaklarım, sümüklerim, kıçım ağrıyor, derman yuttum geçmedi" dedi. Doktorda Hakan Şükür bakışları oluştu. Yani "eklemleri, kemikleri ve bacakları ağrıyor ve ilaç almasına rağmen geçmiyor" dedim. Neyse tahliler filan, derman bulundu.
  

-Alıntı-

Azeri Türkçesi

BAKÜ

Azerbaycan Havayolları'na ait uçak, Bakü için alçalmaya başladığında yanımda oturan Azeri kadın kulağıma eğilip:
"- Düşüyoruz" diye fısıldadı.
Normal koşullarda panik halinde Kelime - i Şahadet getirip birlikte yolculuk yaptığımız Tarık Akan'la, Nazım Hikmet Vakfı Genel Sekreteri Kıymet Coşkun'la ve kameramanımız Murat Özcan'la hellalleşmem gerekiyordu. Ama bu sürprize hazırlıklıydım.
Gülümseyerek kemerimi bağladım ve "Evet, düşüyoruz" dedim.
Azeri Türkçesinde "düşme"nin "inmek" anlamına geldiğini geçenlerde İstanbul'a gelen bir Azeri dostumuzdan öğrenmiştik.
Dostumuz takside "Sakla da düşem" ("Dur da ineyim") deyince taksicinin niye tuhaf tuhaf baktığını anlayamamıştı.


* * *

Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki farklar Bakü'ye giden Türkler için en eğlenceli konu... Yola çıkmadan tavsiyeler başlıyor:
"Maşın"a yani "arabaya" binerken "Sen konaksın. Kabakta otur" denildiğinde etrafta konak veya kabağa dönüşen araba aramayın. Çünkü "konak" (konuk) sizsiniz... "kabak" ise arabanın "ön"ü...
Yemekte biri tabağa bakıp garsona "Bu çok sümüklü, geri götür" derse kusmayın. Getirilen et çok "kemikli" demektir.
Arabadakilerden biri "Kıçım ağrıyor" diye sızlanırsa utanacağınıza "bacağı"nı bir doktora gösterin.
Doktor "Size ahırda bakacağım" dediyse "Bana hayvan demek istedi" diye celallenmeyin, "sonra" bakacak demektir; sıranızı bekleyin.

* * *

4 günlük Bakü seferimiz sırasında biz de benzerlerine tanık olduk:
Mahçup kızlar Tarık Akan'a yanaşıp "Sizi Tarık Akan'a okşattık" deyince, kimin kime okşatıldığını çözmeye çalıştık; oysa sadece "benzettik" diyorlardı.
Galatasaray'ın Sofya'daki maçını sorduğumuzda "Henüz heç - heç" ("sıfır sıfır") dediler. Bitince beraberlik haberi geldi.
Fener?
"Fener 2 - 1 üttü ve etabı aştı."
Otel çıkışında kat görevlisi "Kravatını düzeltiym mi?" diye sorunca kravatımıza davrandık, oysa "kravat"tan kasıt, "yatak"tı.
Azeri televizyonunun karşısına oturup fonda İngilizce, önde Azerice dublajla Amerikan filmi izlemek de ayrı alem...
Askerlerine "OK guys" ("Tamam çocuklar") diye bağıran bir komutanın ağzından "Yahşidir uşaklar" sözcüklerini duymak ya da "You're right" ("Haklısın") karşılığı "Düz söylüyorsun"u işitmek gerçekten şaşırtıcı...
Ama en güzeli şu: Bir yıl aradan sonra geçenlerde İstanbul'a gelen Azeri işadamı dostumuz fiyatlardaki sıçramayı sorunca "Zam geldi" yanıtını almış. Kızmış dostumuz:
"- Söyleyin o zamma, bir daha gelmesin buralara" demiş.
Meğer Azerbaycan'da "muavin"e "zam" denirmiş.

* * *

Bütün bu dil muzırlıklarına rağmen Azerbaycan'da "Türk konak" olmak mucizevi bir şey.
Azerilerin Türkiye aşkını görmek için cuma akşamı Azatlık Meydanı'nda olup Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ile birlikte gösteriye gelen Türk jetlerinin gösterisini izlemeliydiniz. Herhalde pek az Türk veya Azeri politikacı o meydana böyle müthiş bir kalabalık toplayabilirdi.
10 yıl öncesine kadar Rus MİG'lerinin gösteri yaptığı meydanda 10. Yıl Marşı çalınıyor, Türk bayrakları dalgalanıyor, "Türk Yıldızları"nın her geçişinde meydanı dolduran yarım milyonu aşkın Azeri, heyecanla "el çalıyor"du (alkışlıyordu). Kucağında "uşağıyla" gelen bir Azeri kadın "Bu dünyada tek değiliz. Kardeşimiz yanımızda" dedi. Bir işadamı, "Rus'u Fars'ı görsün ki, sahipsiz değiliz" diye gururlandı. Meydana nazır otelimizin komisi İrfan, jetlere bakıp, "Sizinkiler bizi İran'a karşı kolluyor" yorumunu yaptı.
Ertesi günkü Ekspress gazetesinde "yüzminlarla bakılının turk ulduzlarının maharetina uşaq kimi sevindi"ğini (yüzbinlerce Bakülünün Türk Yıldızları'nın ustalığına çocuk gibi sevindiğini) ve İran'ın bu gövde gösterisini "pislediği"ni okuduk. "Eleştirmek" burada - bizdeki anlamına yakın olarak- "b.k atmak" karşılığı kullanılıyordu.
Yine de Azeri Türkçesinde beni en çok çarpan, "para"ya "pul", "rüşvet"e de "hörmet" denmesi oldu.
Sizce bizde de öyle demenin zamanı gelmedi mi?



CAN DÜNDAR

Cuma, Kasım 04, 2011