Cumartesi, Nisan 30, 2011

Silgisi Yok Zamanın


Yaşanmışları rafa kaldırıp, tüm hayallerimi bavuluma yerleştirdiğim an, gitmek hiç bu kadar zor gelmemişti. Bir ansiklopedik hayatı çöpe atıp, yeni bir gemiye binmenin zamanı nedir? Bu soruyu yıllarca sordum kendime. Her gidişimde, geri dönüşü olmayan çıkmazlardan teğet geçerken, arkama bakmamaya özen göstermişimdir.

Yaşamış olduğum kareleri anlatmak için kaç defter açtım, kaç tablo işledim duvarlara. Sevdiklerim, hayallerim, düşüncelerim ve kalemlerim…

Çocukluğumda bir masal kahramanı olmak istemişimdir. Gün geçtikçe masallar gerçekleriyle yer değiştirmeye başladığı an masal kahramanı çocuk, düşüncelerini hayalperest kişiliğe devrediyor.

Sahile yanaşan gemilere atlayıp, rüzgârı hissetmek için denizlere açılırdım. Her gidişim, geri dönüşü olmayacak sandığım hayallerle yüklüydü. Dönüşlerimi hesap ederekten hiçbir defteri atmayıp raflara yerleştirişim, bundandır.

Uzaklara giderken, yerden bir kuş gibi kanat çırparak havalanırdım. Vardığım yerlerde, derin sancılar beklerdi beni. Hiçbir ilaç, acılarıma deva olamazdı. Fakat giderken, bavulumun başköşesine bir hacıyatmaz bulundururdum. Neden mi? Her tokat yediğimde, yeniden ayağa nasıl kalkılır, görebilmek için…

Benimseyemediğim topraklar dar bir odada kapana kısılmışlığı, bölgesine alıştıklarım ise ışığa açılan kilitli kapının anahtarını çağrıştırıyordu.

Caddede 5 kişi, geçmeyenlerin sokağında bir gece yarısı nöbetteydik. Şarapçılardan ders aldığımız günler olmuştu. Onların ağzından, hayatınızda duymadığınız hikâyeleri dinlersiniz. Seyrettiklerinizden farklı olarak, onlarınki siyah beyaz gerçeklerdir. Kimisi zevk için oturmuş ve bir daha kalkmamıştır, kimisi oturacak başka bir yer bulamadığı için ordadır. Sonuçta mekân aynıdır, değişmez. İşte biz, yıllar önce o mekânda karar vermiştik. Şu gün, şu saat, şu caddede gece yarısı buluşup, gerçekleri ya da hayallerimizi paylaşacaktık. Yan yana yürüyüp asiliğin uzattığı saçlar havada uçuşurken, şarkılar söylemiştik. Yılar geçti; o gün, o saat, o caddeye gittiğimde, sokak boştu. Sadece şarapçılar duruyordu ama onlar da değişmişti. Sokak artık başka bir yerdi. İnsanlar içerken gülmüyor, ağlıyordu. “Şarabın” diye bağırdım, “tadı mı kaçtı?” Onlar için bir deliydim belki, ya da çok akıllı adamların çıldırmış hali.

Uzaklarda, alışamamışlığın sancısını yaşıyorum. Sevdiklerimi özlüyorum. Kimini hastane köşelerinde, kimini kapılarının önünde bıraktım. Bazıları tekrar göremediklerimizdir. O nedenle derim ki, bazen gitmek istiyorsa insan, arkaya bakarken tereddüt etmemeli. Çünkü bu bir rulettir. Kartınızı koyduğunuz yerin gelme şansının yüzdesi, size bağlıdır. İsterseniz yarı yarıya oynar, isterseniz en küçük noktalara umut bağlarsınız. Ayağa kalktığınız zaman sendelerseniz, siz de yanınızda bir hacıyatmaz bulundurun. Çünkü işin sonunda, bazı bekleyenler sözlerini tutmayacak, bazıları istese de geri dönemeyecek, bazıları o şarabın acı olup olmadığını anlamadan içmeye devam edecektir.

Sil baştan çok yaşadım. Şimdi bavulumu toplayıp bir deniz kıyısına doğru ilerliyorum. Yanımda olta takımım ve kancaya takmak üzere paketlenmiş hayallerim var. Denize savururken oltamı, bana rastgele diyecekler. Rastgele!

Hayatın çarkındaki büyük hayalleri yakalamak zordur. Her duruma hazır olmak gerek.

Yazılır çizilir ama silgisi yok zamanın…

Emre Türker

4 yorum:

  1. Silgisi yok işte acıta acıta geçiyor zaman...

    Teşekkürler güzel bir seçim

    YanıtlaSil
  2. Gitmek gerekirse unutmamalı bu yazıyı:)
    Teşekkürler Kandil ışımısınız yine:)

    YanıtlaSil
  3. Işık sizden geldi benimkisi sadece yansıma:)

    Teşekkürler iyi geceler Esinti:)

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler :) Çok naziksiniz tevazuya gerek yok:)
    İyi geceler:)

    YanıtlaSil