hiç vuslat demedim ben,
vuslat demedim de vus’at dedim Şiraze
kül kalsın istemediğimden belki geride, kıvılcımı ateşten daha çok sevdim.
alevleri hep bana sıçradı, oysa başlatan ben değildim yangınları.
ne kadar kaçtıysam o kadar kovalandım, ne kadar saklandıysam o kadar arandım.
yine de Şiraze gizlenebilecek tek bir mekân bulamadım.
harfleri havaya savurdum hangi mevsim aldırmadan
ne farkederdi kış olmuş ya da yaz... söz uçardı; uçar ve kaybolurdu, duyan unuturdu.
Karakum’da kavrulan Aral’da nasıl serinlerse, sözleri kalkan eyledim yangınlarıma Şiraze.
kul olmaya geldim mâdem, kul olayım istedim; âyetler birer ışık...
ya yaşamalıydı insan ya da ölmeli...
ikisini yanyana ya da bir dengede ya da bir kefede tutamadım
filozoflar kadar karmaşık ve mutsuzdum artık
yaraları saranlar birer ikişer yaralandılar, kaos dolandı sevinçlerimize.
halk ezgilerinde hep bir ağırlık, hep acîb bir yaşanmışlık
salt hüzün; türkü üzgün, ben üzgün...
bu yüzden her yazdığım hem pejmürde, hem süzgün.
ezgiler üzgün, biz Şiraze üzgün.
gitarın tellerine dokundu kadın, durdu zaman odada
saçlarında yazılıydı kızıllık
Beyrut, denizde gölgesini dalgalandırıyordu
gitar sustu, kadını savaş susturdu
uzaktık...
masalcı son cümleyi verip çekildi sahneden
“bir; hem varmış, hem yokmuş” diye fısıldayanlar oldu
mum ışığında kuruldu devletler,
mum ışığında oldu devrimler,
mum ışığında üç beş adam çizdi kâğıda sınırları...
şimdi hiçkimse dava adına verecek hiçbir şeye sahip değil.
mum ışığı anılarda, yemek masalarında, âyin salonlarında, anma törenlerinin bir köşesinde ve gökyüzünde salınan yıldızlara imrenen havuzların durgun sularında kaldı.
acılarını, kurum bağlamış sokakların duvarlarından aşırmadan, olduğu yerde bırakmayı deneyenler, çiçek toplayabilecekleri başka memleketlere gizlice kayıverdiler; artık saydam bir mutluluğun kıyısında gezinebilir, unutarak iyileşmeyi ümid edebilirlerdi.
üç ay...
dağlardan sâhile indim, sâhilden dağlara seslendim
orada da vardı palmiyeler ve sıcak
üç ay...
bulduğum her cümleyi okudum, her cümlede belki ben okundum
ilânımdır benim, değilim artık kaçak
üç ay...
kendimle hâlleşip bütün silahları bıraktımsöz olsun İstanbul, yok savaşmak
üç ay Şiraze...
Taş Köprü’den geçtim, duraksayarak
şem ile fem...
şimdi meyvelerini yılların izlerken dallarında,
yok’ları değil de var’ları görmeyi öğreniyorum ben Şiraze...
Şiraze - Mektuplar 108
( Alıntı )
vUSLAT BAYILDI BAYILDI.bAŞKA BİŞEY YAZMAYACAĞIM BAYGINIM ŞİMDİ ÇÜNKÜ..
YanıtlaSil...
YanıtlaSil"alevleri hep bana sıçradı, oysa başlatan ben değildim yangınları."
...
Gerçekten çok güzel cümleler...
"Şiraze-Mektuplar" bahsini araştırdığım zaman Ayşe B. Yıldız ismine ulaştım, acaba doğru mudur?
Merhabalar sevgili Vuslat:) Adını okudukça bu mektup gelir di aklıma
YanıtlaSilÇünkü vuslat (kavuşma) Vus at (takat) bu mektubu da ilk okuduğumda bu kelime oyunu çok hoşuma gitmişti ve adını burada her gördüğümde hangisi acaba derdim:) yaılarını okudum ve VUSLAT olduğuna karar verdim:) Şimdi senim de etkilenmen hoşumagitti doğrusu demekki doğru düşünmüşüm:) Teşekkürler kevuşmaların en güzeli seninle olsun arkadaşım:)
Merhabalar değerli hocam :) Ben Şiraze mektupları ile seneler evvel yayınlarda karşılaştım epey takipcisi oldum beni öyle etkilemişti ki ama kesin olarak kendi ismiyle yazdığı bir yazısına rastlamadım. AyVakti dergisinde yayınlanan bu mektuplar ( sayısını şu an tam hatırlamıyorum ama baya var) hep mahlas kullanarak yazılmış. Şiir kaydı yapan bir sitede Ayşe Yıldız adı var herhalde doğrudur. Şairimiz saklanmak istiyor buna saygı duymak lazım malum bir çok duygu yazıya dökülürken takma isimler çeşitli sebeplerle kullanılıyor bence haklılık paylarıda çok:) Şiraze ve mektupları öylece kalsın ki belki bir gün yeniden yazmaya başlarsa okumak şerefine nail olalım:)
YanıtlaSilAyrıca mektuplar dizi dizi arşivimde duruyor artık o dosyayı açma vakti ara ara onları sizlerle paylaşmak çok hoş olur.
YanıtlaSilUcu yanık mektuplar ne güzel okurduk dinlerdik bir zamanlar:)
YanıtlaSil:) Yine yaparız be ustam:)
YanıtlaSilKarpuzlar ve bostan, kırk gün yaşanan destan
su da önemli ama ateştir benim ustam:)))))