Pazar, Nisan 10, 2011

Ardıç Kuşu


 Ankara' da işim uzamıştı.. İstanbul' a dönüş için aldığım biletimi
değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye' deki otobüs yazıhanesine
gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşarak
yazıhaneye ulaşmaya çabalarken çarpıştık o yaşlı adamla. Sendeledi;
elindeki büyük sepette bulunan tahta kaşık, maşalar yola saçıldı. Sanırım
o da belediye zabıtasından kaçıyordu. Kısa süren şaşkınlıktan sonra adamın
kalkmasına, yola saçılanları toplamaya yardımcı oldum. Heyecanlanmış,
rengi solmuş, nefes nefese kalmıştı. Sakinleşmesi için koluna girip yol
kenarındaki banka oturmasını sağladım. Savrulan kaşık ve maşaları toplayıp
ben de yanına oturdum. Sepetten dağılanları yerine dizip bir yandan da "
bırakmıyor şu belediye zabıtaları üç kuruş para kazanalım. Eve katkımız
olsun " diyerek söyleniyordu. Tahta kaşıkları dizmesine yardım etmeye
çabalarken " Dur hele, şimşir ve ardıç olanları diğerlerine karıştırma "
diyerek engel oldu.
 — Hepsi tahta kaşık işte, ne fark eder?
 — Olur mu beyim? Şimşir ve ardıç ile ıhlamur, gürgen bir olur mu?
 — Bilmem. Görsem ağaçlarını bile tanımam herhalde. Ne fark var
aralarında?
 Eline aldığı kaşıklardan birinin sırtını parmaklarıyla okşayarak bana
doğru uzattı:
 — Ardıç, şimşir sert ağaçtır. Kolay bırakmaz kendini, işleyesin. Zordur
ardıçtan kaşık çıkarmak.. Ama evlâdiyeliktir. Senelerce kullanırsın.
Ihlamur gürgen ise yumuşaktır. Kolay işlersin ama çabuk yumuşar, dayanmaz.

 Daha sonra Sivas' ın Hafik ilçesinde çiftçilik yaptığını, sağlık
sorunları nedeniyle kızının yanına Ankara' ya yerleştiğini, evin geçimine
katkısı olsun diye kaşık ve maşa yapıp işportada sattığını anlattı.
Özellikle ardıç ağacının zor bulunduğundan yakındı. Elindeki maşayı eliyle
okşayarak " Ardıç kuşu ağacını terk etti. Bir araya gelmeleri çok zor,
artık " dedi. Anlamamış gözlerle bakmış olacağım ki açıklama yapma
ihtiyacı duydu:
 — Beyim, ardıç kuşunu bilmez çoğumuz. Bilenler de unuttu, gitti. Ardıç
ağacı yabanidir. Öyle tohumundan üretemezsin, çeliklemeyle de olmaz.
Ağacın üremesi meyvelerinin ardıç kuşu tarafından yenilip pisliği ile
atılmasına bağlı. Ağacın tohumu ancak o zaman filizlenebilir hale gelir.
 -   Yani bu kuş olmazsa ardıç ağacı üreyemiyor, öyle mi?
 —  Evet, aynen öyle. Bunlar biri birine mahkûm sevdalılardı.
 -   Peki, sonra ne oldu, kuşlar mı azaldı?
 — Kuşlar azalmadı, hatta çoğaldılar bile. Ama şehirler büyüdükçe
çöplükleri de büyüdü. Kuşlar ardıcın meyvelerini yemektense çöplükten
beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler. Ardıç kuşu ağacını unuttu.
Şimdi kentlerin kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise
kayboluyor gözümüzün önünden.
 Elindeki kaşığı, diğerlerinin arasına yerleştirdi. Sepetine tekrar göz
atıp çıkardığı maşayı bana doğru uzattı:
 -   Bak bu ardıç. Çürümez, nemlenmez. Eskiden ölüleri gömdükten sonra
mezarlara konulurdu. Çürümediği için mezar çökmezdi. Son yolculukta
arkadaştı, insanlara. Şimdi kıymete bindi. Mezarlarda yumuşak ağaçları
kullanıyorlar.
 -   Olsun, aynı işi gördükten sonra varsın dayanıksız olsun.
 -   Şehirliler de hep senin gibi konuşuyor beyim. Herkes ardıç kuşu gibi
zahmet çekmektense çöplükten kolay geçinmenin, kolay yaşamanın yolunu
arıyor. Ardına bakmıyor. Çocuklarım bile kasabada yanımda kalmaktansa
ardıç kuşu gibi şehirde daha kolay yaşandığını görüp uçup gittiler. Sorsan
hallerinden çok memnunlar. Ama geride bıraktıklarını bilmiyor,
görmüyorlar.
 -   Sonunda sen de gelmişsin işte şehre! Buradan medet umuyorsun.
 -   Ama ben ardımda kalanların farkındayım. Şehirde emeğin hiç değeri
yok. Her şey bol, kolay ve ucuz. Biraz paran olsun emek vermeden yaşayıp,
geçip gitmek mümkün bu şehirde.
 -   Ne var bunda, şehirler hep böyle?
 Sustu bir süre. Kafasını sağa sola sallayıp kendi kendine söylendi:
 -   Sevgi yok beyim. Şehirde sevgi yok! İnsan emeğini sever. Ben bu
kaşıkları tek tek elimde yapıyorum.  Beğeninceye kadar uğraşıyorum.
Kızımın evine katkım olsun diye satıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Elimin
emeğinin beğenilip bir yerlerde kullanıldığını bilmek hoşuma gidiyor.
Şehir insanı ise emek vermediği için sevmesini de bilmiyor. Ardıç kuşu
gibi yaşıyor, semiriyor, ürüyor ama geride kalan ardıç ağacının çektiği
acıyı bilmiyor, görmüyor.. Görse bile anlamıyor.
 Bir süre daha konuşmadan oturduk o bankta. Ardıç ağacından yapılmış bir
çift kaşık satın almak istedim. Sepetine göz atıp seçtiği kaşıkları gazete
kâğıdına sarıp uzattı. Söylediği fiyattan fazla para vermek istedim;
ederinden fazlasını almadı. Sepetin ipini omzuna atıp, kucakladı.
Helâlleştik. Sıhhiyeye doğru ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında
gözden kayboldu.

4 yorum:

  1. ''ağır adımlarla yürüyerek şehrin kalabalığında gözden kayboldu.''

    Bir çoğumuz gibi..
    Şehrin kalabalığında kayboldu..
    İnsafsızca öğüten,yok eden kimliksizleştiren o çarkın dişlileri arasında kaybolmak..

    Konu da anlarımda çok güzel..:)

    Tebrikler ve teşekkürler dost..:))

    Saygı ve sevgi ile..

    YanıtlaSil
  2. Kuşlar ardıcın meyvelerini yemektense çöplükten
    beslenmenin daha kolay olduğunu keşfettiler. Ardıç kuşu ağacını unuttu.
    Şimdi kentlerin kasabaların çöplüklerinde yaşıyorlar. Ardıç ağaçları ise
    kayboluyor gözümüzün önünden.

    Kolayı tercih eden çölükte yaşamaya mahkumdur... Sadece bu bölüm için bile sayfalarca yazılabilir. Esmiş yine Esinti derinden ve inceden...

    YanıtlaSil
  3. Kalabalıkların içinde kaybolmak ya da kaçmak şehirden:) Dağbaşında, ormanlar içinde bir göl ve tahta bir ev ve huzur :)
    Sende sağolasın arkadaşım
    Çarkın dişlileri kırılmış:):)

    Teşekkürler

    YanıtlaSil
  4. Sevgiden uzak emeksiz yemek isteyen kolaycılar çöplükte yaşamaya mahkumlar bir de orayı saray sanırlar...
    Sevgi yok beyim. Şehirde sevgi yok! İnsan emeğini sever. Ben bu
    kaşıkları tek tek elimde yapıyorum. Beğeninceye kadar uğraşıyorum.
    Kızımın evine katkım olsun diye satıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Elimin
    emeğinin beğenilip bir yerlerde kullanıldığını bilmek hoşuma gidiyor.
    Şehir insanı ise emek vermediği için sevmesini de bilmiyor. Ardıç kuşu
    gibi yaşıyor, semiriyor, ürüyor ama geride kalan ardıç ağacının çektiği
    acıyı bilmiyor, görmüyor.. Görse bile anlamıyor.

    Teşekkürler Kandil sizde ışımışsınız her zamanki gibi:)

    YanıtlaSil