Pazartesi, Şubat 07, 2011

Ebruli Vakitler

Gürül gürül akan hayatın, kenarında kalmış hikâyemin;  
Kimi zaman akşamsefalarıyla birlikte açan
Sabah güneşiyle kapanan,
 Kimi zaman gündüzün ilk ışıklarıyla
Güne merhaba diyen
Sessiz sesini dinleyerek yazdığım
Ebruli vaktinde…



Kıvamını yeni yeni bulmuş bir yolculuğun ortalarındayız… Yalancı baharları geçtik, meyvesini dalında kurutan ağaçlar, bal vermeyen arılar tanıdık, çare olmayan merhemleri sürünce anladık… Olgunlaşmaya başlamış yaşımızla hayata üçüncü bir gözle bakıyorduk… Gözlemlerimiz daha doğru ve yerinde… Sabrımız kuytusundan alel acele fırlamıyor ve yaz gelmeden meyve vermiyorduk… Olgunluk çağındaydık… Ne yirmisindeki gibi yeşil ışığı beklemeden koşarak geçiyorduk karşıdan karşıya… Ne de atmışındakiler gibi yeşil ışıkta bile geçmekte tedirginlik çekiyorduk…

Bir yoldaydık
Her durağa son durak yazılmış
Taş toprak birbirine karışmış
Aklımız gönlümüzden uzaklaşmıştı
Bir yoldu ki, aydınlığı içimize saklanmış

Ara sıra zorlu yokuşlardan, tehlikeli inişlerden geçmiştik çünkü. Geldiğimiz yolda yuttuğumuz toza, dumana tecrübe diyorduk. Yaşamadan öğrenmek olmazdı… Yaşadıktan sonra öğrenemeyenler de vardı elbet. Ama öğrenenler kendilerine tecrübeli diyordu… Tecrübeli olmayı başarabilmiş olanlar aslında, her adımında başından geçenleri didikleyip, beynin ince süzgecinden geçirebilmiş olanlardı.

Yokuşların yoran çekim gücüne karşı, acıya olan alışıklığımız gün geçtikçe kemikleşiyordu… Tecrübe kazandıkça hücrelerimiz biraz daha eskiyor, eskidikçe biliyor, öğreniyorduk… Tıfıl hayat öyküleri, kısa yol yürümüşlükleri olanlara anlatacak ne çok öykümüz vardı…

Yol uzundu. Kimi zaman yolu iki taraftan kapatan ağaçlar doyumsuz güzelliğiyle ruhu coşturuyor, kimi zaman kurumuş bir ağacın gölge etmeyen bedeni bile aranır oluyordu… Bazen yol ıssızlaşıyor endişe verici yalnızlık boylu boyunca önümüze uzanıyordu. Kenarda dizilmiş süslü kaldırım taşlarının bu yalnızlığa ortak olacağı da yoktu… Yolda yalnızken yürümek ne zordur… Gözleriniz yerdeki, taşlara takılır. Her şey anlamsız birer heykelden öteye gitmez… Sesler gürültüden başka bir şey değildir…

Bir de yalnız olmadığınız halde yalnız bırakıldığınız zamanlar vardır ki… Yolculuğun belki de en zor kısmı budur… Hep beklenti dolu olursunuz. Hani su vardır da içemezsiniz… Kanadınız vardır da uçamazsınız… Çevrenizde tanıdık simalar gelip geçer… Ama öyle bir kabuğa sararlar ki sizi… Ne siz onlara dokunabilirsiniz, ne de onlar size…

Ama yok mudur bu çetin yolculuğun coşkulu zamanları… Kışın bittiği yerde elbette ki bahar başlar… Önünde, arkanda kimi zaman yanında yürüyenlerin her adımında bir şeyler öğrenirsin ve düştüğünde onlar seni kaldırır. Ağladığında gözyaşları gözyaşlarına eşlik eder.

Kırkından sonra böyle düşünür insan… Benim gördüğümü herkes görüyormuş der. Yapılan haksızlıklara şaşırmamaya başlar, farklı insan karakterlerini benimser. Dostlarını daha titiz seçer. Uzun yollarda eşlik edecek kötü gün dostları bulur kendine… Sayıları azdır ama yürekleri çınarların gövdesi gibidir…
Korkuları, heyecanları olgunlaşır. İçine gömüldüğü kabuğundan çıkar ve “ben de varmışım” der. Kendinin farkına varır. Kendini en iyi tanımaya başladığı yaştır… Yavaş yavaş durgunlaşır. Sonuca gitmeyecek tartışmaları masada bırakır, biraz yorgundur, usul usul göveren dostluklara yaslanmak ister… Kıpır kıpır halleri azalmış, coştuğu yatağından yokuş yukarı koşmayı bırakmış; sakin, salınarak yokuş aşağı akmaya başlamıştır.

Kırk yaş bir dönemeçtir. Çevreden kendi iç dünyasına dönmektir. Çevreyi dinlemekten yorulan kulakları kendi sesinde dinlendirmektir. Büyümenin tam ortasına adımınızı atmışken arkaya dönüp bakmakla, önünüzü gözetlemek arasındaki sınırın en belirgin olduğu yaştır. Büyük sandığınız meseleler gözünüzde küçülmeye başlamış, kendinizle ilgili küçümsediğiniz ve geri plana attığınız siz, yani kendiniz” ben de buradayım, ben de varım” diye sesini yükseltmeye başlamıştır. Dönüp kendinize bakarsınız… Bu çizgiler yüzümde ne zaman oluştu, saçlarım ne zaman beyazladı dersiniz… Yaşadıklarınızda başrolde oynayan sizsinizdir hâlbuki. Ömrün tam orta yerinde hüzün ve mutluluk hep bir aradadır. İkisine de derinden ihtiyaç duyarsınız…

Ve sevdiklerinize daha sıkı sarılırsınız. Kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığını hissederek de olsa, onlara defalarca sevdiğinizi söylersiniz. Bunun gerekliliğini bunca yol sonra anlamışsınızdır çünkü…

E. B.

6 yorum:

  1. Sayenizde son zamanlarda okuduğum yazılar içinde kendimi gördüm bu ebruli vakitlerde, bir daha okuyup çekilmeliyim artık. Yüreğinize sağlık
    sevgiler bırakıyorum sayfanıza.

    YanıtlaSil
  2. Yol uzundu. Kimi zaman yolu iki taraftan kapatan ağaçlar doyumsuz güzelliğiyle ruhu coşturuyor, kimi zaman kurumuş bir ağacın gölge etmeyen bedeni bile aranır oluyordu… Bazen yol ıssızlaşıyor endişe verici yalnızlık boylu boyunca önümüze uzanıyordu. Kenarda dizilmiş süslü kaldırım taşlarının bu yalnızlığa ortak olacağı da yoktu… Yolda yalnızken yürümek ne zordur… Gözleriniz yerdeki, taşlara takılır. Her şey anlamsız birer heykelden öteye gitmez… Sesler gürültüden başka bir şey değildir…


    Su vardır içemezsin, kanadın vardır uçamazsın...

    YanıtlaSil
  3. Teşekkürler Kandil sizin de yüreğinize sağlık görmek başka bir şey:)

    YanıtlaSil
  4. Ötelerden bir nehir Ebruli vakitlerin içinde kaybolurken bir iz bırakır ardında... İstersen ama gerçekten içersin kana kana başrol senin unutma:)

    YanıtlaSil
  5. Sil baştan
    başlıyor hayat
    kırkına gelince
    Orda başlıyor gerçek yaşam
    Biraz düşününce
    yaşamak ne/ Ne zaman
    terk edilecek bu Dünya
    Kaç yaşında
    sarılacağız hayata
    yeni baştan/
    Bileceğiz
    ölecek olmamıza rağmen/
    Kaç yaşında olursa olsun bileceğiz
    sevincini yaşamanın
    ve pozitif duygular çoğaltmanın/
    Hiç gülmemiş gibi
    Hiç sevişmemiş gibi
    Kırkına rağmen sil baştan
    başlayacağız hayata
    Bütün olumsuzluklarına karşın
    çıkaracağız tadını orta yaşın

    YanıtlaSil
  6. Sil baştan... Muhteşem bir duygu değil mi? Kaln ne ise tadını çıkara çıkara yaşamak hepimize nasip olu inşallah Sare hanımcım teşekkürler:)

    YanıtlaSil